<p>Ömür adam şu çin’liler! kırk yılda bir konuşur ama taşı gediğine koyarlar. Bu bir çin atasözü  ama daha çok bir bedduayı çağrıştırıyor sanki. Aslında ilk duyduğumda bana da tuhaf gelmişti. Atasözü dendiğinde aklımıza ilk gelen afilli, kafiyeli ve bazen lirik sözleri biliriz ya! mesela, “ sakla samanı, gelir zamanı ya da, Karamanın koyunu, sonra gelir oyunu” türünden. İsteriz ki hem lirik, hem düşündüren türden olsun, estetik yönümüz ağır basar her dem! Bunlar da başka kardeşim, her kes aynı olmaz.</p><p>Koca bir ömrü yedik diye hayıflanıyorum! Hem geziyorum, bir yandan da dalgın ve anlamsız bakışlarla yaşadığım alemi seyredip bir mana vermeye çalışıyorum. Bu nasıl bir dünya deriz ya efkarlandığımız da, işte aynen öyle! Kocaman bir iç çekip “ bu nasıl dünya lan!” diyorum kendi, kendime. Çocukluğum geliyor aklıma! Giydiğim lastik ayakkabım! Oyuncak arabaların icat olmadığı veya olmuşsa bile bize uğramadığı yıllarda, bir su gibi akan çocukluğum! Boş arsalara dökülmüş kum yığınlarında, lastik ayakkabımı çıkartıp, dört çeker kamyon edasıyla kumda sürdüğüm ve sürerken de ağzımla garip bir şekilde motor sesi çıkarttığım çocukluğum!</p><p>Babamın eve gelişlerini hatırlıyorum! Elleri nasırlı babam  ve o nasırlı ellerinde bize getirdiği yiyecekler. Ama genellikle meyve türü şeyler, çikolata bizden sonra keşfedilmişti zira! … Annemin tel dolabı geliyor gözlerimin önüne, babam paraya kıyıp almıştı, hem modaydı o dem her evde bulunan ve bizde de olmalıydı ve oldu. Sinekler yiyeceklerimizi rahatsız edemiyordu artık. İlkokul anılarım, ortaokula başlayışım ve lise yıllarım…</p><p>Hayta gençliğim bir film şeridi gibi gelip geçerken gözlerimin önünden, bir an ufkumu perdeliyor önümden geçen iki delikanlı. Birbirine sarılarak yürüyen iki sevgili! tam da benim önümden geçiyorlar ama bir ara hangisinin erkek, hangisinin kız olduğunu seçemiyorum, ikisinin de saçları aynı uzunlukta! Ben yeniden dalıyorum geçmişime,  gençliğime ve haytalığıma. Lise de dayak yediğimi anımsıyorum mütebessim! İlk defa çok ağırıma gitmişti öğretmenden dayak yemek zira “ delikanlı” mod undaydım artık. En romantik kısma gelmek üzereyim! Komşu kızını hatırlamak sanki yüreğimi sızlatıyor. Evet, aynen öyle! Komşu kızı benim sevdalım. Yedi yıl boyunca sevdasını çektiğim ama bir kere olsun yüzüne dahi dönüp bakmaya cesaret edemediğim, utancımdan iki kelime edemediğim, elini tutamadığım dahası ona sevdiğimi hiçbir zaman söyleyemediğim, ama canımdan aziz bilip, ölümüne sevdiğim,  komşu kızım…</p><p>Babamı düşünüyorum yeniden! acaba  o da benimkisine benzer bir hayat mı yaşamıştır? Onun da yüreğinde gizli sevdaları olmuş mudur ben gibi? Babam da geçmişini hatırlayıp “ah ulan dünya” der mi ara sıra?.. Ya çocuklarım! Onların dünyası nasıl bir şey ki? Ellerinde kitapları ya da bilgisayar başında ders çalışırken ya da televizyon seyrederken gördüğüm çocuklarım ne düşünürler hayat hakkında? İki tanesi ile meslektaş olsam da her ne kadar.  Aslında ne bilirler ve ne kadar bilirler ki hayat hakkında? En fazla benim babam hakkında bildiğim kadardır bildikleri benim hakkımda!</p><p>Giderek yabancılaştığım bir çağda, tanımadığım çocuklarımın arasında yaşıyorum! Bana yabancı ve benim onlara yabancı olduğum çocuklarımla sabah kahvaltısı yapıyorum ve bazen akşamları yemek yiyerek televizyon seyrediyoruz birlikte!  hepsi  bu…</p><p>Çinli filozof haklıymış meğer,  Bedduaların en ağırını etmiş düşmanına “ Bilmediğin bir çağda yaşayasın emi”. Anlayamadığım bir çağda, sınırlarını tayin edemediğim bir hayatın ortasında kalabalıklar içerisinde yapa yalnız olduğumu görüyorum şimdi ve belki de esaretlerin en büyük, en sinsi ve en can acıtanı bu! Yalnızlaşmak!.. Ben babama tanıdık geldiğim kadar tanıdık geliyor oğlum bana ve bir arada yaşamaya mecbur iki ayrı gezegen gibiyiz.  “ Bilmediğim çağda yaşıyorum emi!”..</p>