Önce bir fıkra… Rivayet o ki adamın biri Nasreddin Hocaya sorar: “Ne yapsam da Resulullah (sav) ı rüyamda göremiyorum, var mı bir çaresi? Hoca der ki: “akşam bol tuzlu bir yemek ye. Üzerine de bol tuzlu bir ayran iç ve yat. İnşallah Resulullah (sav) ı rüyanda görürsün. Adam söyleneni yapar ve yatar.  Ancak rüyasında o çeşme senin, bu pınar benim, sabaha kadar rüyasında su arar durur. Ertesi gün hoca efendiye gelip durumu anlatınca, hoca ibretlik cevabını verir: “Eğer tuzla yüreğin yandığı kadar, Resulullah (sav) ın aşkıyla da yansaydı, susuzluk avında suya hasretin kadar Resulullah (sav) a hasret kalsaydın Resulullah (sav) ı da rüyanda görürdün

Resulullah (sav) buyurur ki: “Rüyasında beni gören beni görmüştür.” Şeytan başka insanların suretine girerek insanların rüyasına girebilir. Ama Resulullah (sav) ın suretine giremez. Bu ittifakla sabittir. Pensilvanya örgütü her ne kadar Resulullah (sav) ı rüyada hatta yakaza halinde görme halini uyduruk hikâyelerle istismar edip ayağa düşürse de gerçekten Resulullah (sav) ı rüyada görmek bir ayrıcalıktır.

Bir kere Resulullah (sav) ı rüyada görmek için genel olarak salah hali gerekiyor. Böyle hallerde kendinizi Mevla’ya çok yakın hisseder, yaptığınız taat ve ibadetlerden özle bir haz alırsınız. Özerine Resulullah (sav) ı rüyada görme şerefine erdiğinizde bambaşka, “anlatılamaz yaşanır” duygular yaşarsınız. Sair rüyaları ne kadar önemseniz de çoğunlukla unutursunuz. Ancak Resulullah (sav) ı gördüğünüz rüyalarınız genellikle masum çocukluk anıları gibi aklınızda kalır. İlk yıllar hiç unutmazsınız adeta. Sonraki yıllardaysa, ne zaman aklınıza gelse duygu seline kapılırsınız.

Dün gece değerli kardeşim ve dava arkadaşım şahsen beni etkileyen bir rüya anlattı. Hadi ismini de vereyim. Şu an Gaziantep Nizip ilçesinde imamlık görevi yapan, ancak her anı Allah (cc) ın dinine hizmetle dolu olan. Davet ve Kardeşlik Vakfı Nizip şubesi başkanı, Muhyiddin Açıkgözoğlu. Suriye savaşının yeni başladığı anlarda, savaşın şiddetinin yürekleri en çok dağladığı zamanlarda, rüyasında Resulullah (sav) ı görüyor. Ancak üzerinden üç dört yıl geçmesine rağmen, bu güzel rüyayı biraz da riyadan sakınarak kimseye anlatmıyor. Geçen hafta birkaç dosta, ikinci kez de bana anlattı.

Rüya kısaca şöyle: “Yüksekçe bir tepenin üzerinde birikmiş insanlar vardı. Dört bir yandan da insanlar oraya doğru akın akın gidiyorlardı. Ben de oraya doğru hızlıca yürümeye başladım. Tepeye vardığımda bir tevhid sancağı dikiliydi. Sancağın altında tüm heybetiyle Resulullah (sav) duruyordu. Bir ordu komutanı edasıyla… Kalabalığın içinde net bir şekilde Şehid İmam Hasan el-Benna ve Said Havva (rh.a) yı görüyorum. Onlar da diğerleri gibi bir savaş hazırlığı için kuşanmış haldeydiler. Biraz endişeli ama çok sevinçli bir halde Resulullah (sav) a yaklaştım ve sordum. “Ya Resulullah (sav)! Bu iki zatın davası hakkında ne dersin. Bunların davası hak mıdır?” Resulullah (sav) ın cevabı çok netti: “Hak olmasa ben burada bulunur muydum?” büyük bir sevinç ve neşeyle uyandım. Şimdi ümmet ve davamın geleceğiyle ilgili daha da ümit doluyum.

Türkiye’deki birçok insan gibi gençlik yıllarımda şehid imam Hasan el-Benna’nın “Rısaleler”iyle tanıştım. Bazı ciltleri yasak olmakla beraber, yine de el altından bulup okumuş ve çok etkilenmiştim. Daha öncesinde 14 yaşlarımda Nakşibendi tarikatına intisap etmiştim. Zaman zaman bizim sofi meclislerinde “İhvanı Müslimin” bahsi geçtiğinde, onların Vahhabi olduğu söylenir geçilirdi. Ben de yaşımın küçüklüğü nedeniyle itiraz edemezdim. Ancak içimde hep bu insanlara haksızlık yapıldığı kanaatini taşırdım.

Yıllar sonra İran devrimi olup, Şia takiyeci yüzüyle kendisini mazlum ümmetin yegâne temsilcisi ve hamisi gibi göstermeye başladığında, iş daha da karmaşık bir hal aldı. İran’ın dört bir yandan devam eden yoğun propagandası ve Şia’nın dolmuşuna binenler, İhvan çizgisinde olan Müslümanları, “Rabıtacı” “Amerikancı” “Kapıkulu mollaları” gibi yaftalarla karalıyorlardı.

Şu an İslam âleminde gelişen olaylar, birçok hakikati gün yüzüne çıkardı. Kim ümmete sadık, kim hain daha net anlaşılıyor. Özellikle Şia ümmete karşı her renkten kâfirlerle her türlü işbirliği içerisindedir. Rusya Çin, ABD, AB hatta kanlı bıçaklı göründüğü İsrail ve körfez emirleriyle bile her tür işbirliğine devam ediyor.

Sofiye fırkasıysa başka bir âlem... Vahhabiler ihvanı tekfir edip dört bir yandan kuşatsalar da onlar okumadan, bilmeden, tanımadan ihvanı vahhabilikle suçlamaya devam ediyorlar. At çamuru tutmasa da izi kalır. Çünkü derin bir eğitim ve araştırma esasıyla fertlerini hem ruhi, hem fikri, hem de fiziki olarak yetiştirmeyi hedefleyen ihvan programı, bidat ve hurafelere mahal tanımıyor. İfrat ve tefritten uzak, Kur'an ve Sünnet merkezli, vasat bir İslam anlayışını öngörüyor. Yani ümmete şemsiye olabilecek bir anlayış… Bu da kimi çevrelerin işine gelmiyor. Dünya derin güçlerinin işineyse hiç gelmiyor. Selam… Dua…