Çok değil 95 yıl önceydi, öyle anlatıyor görenler; devletimiz mağlup olmuş ve beldelerimiz işgal edilmeye başlanmıştı. Antepliler, Fransızlar gelmeden ellerindeki erzakları şehrin birçok evinin ve konağının altında bulunan mağaralara taşıdılar ama hayvanları ve kendileri için yapabilecekleri çok şey yoktu.

Çünkü Halep düşmüştü!

Musul düşmüştü!

Bunların ardından  önce Kilis sonra Antep’te düştü ve işgal edildi...

Oysa direniş çok sağlam başlamıştı. Sultan 2. Abdulhamid’in Teşkilat-ı Mahsusa’sından değerli bir eleman olan Özdemir Bey ve yine Osmanlı Zabiti Şahin Bey gibi komutanların ve şehrin neredeyse tüm halkının arkasında olduğu bir savaşın kaybedilmesi 11 ay sürmüştü.

Tarihçiler, Antep savunmasının düşmesiyle ilgili iki sebep sayarlar; birincisi dışarıdan hiçbir yardım ve desteğin gelmemiş olması sebebiyle içeride yiyecek ve cephanenin tükenmesi, ikincisi ise kural tanımaz ahlaksız ve zalim Fransız ordusunun havadan ve karadan hedef gözetmeksizin şehri bombalaması.

O günlerden anlatılan çok şey vardır da bir tanesi çok başkadır. Yiyeceklerin tükendiği ve şehirde açlığın kol gezdiği günlerde kanlarının son damlasına kadar direnmeye kararlı olan Cemiyet-i İslamiyye mensupları Bülbülzade Hacı Abdullah Efendi’nin onayıyla düşmana bir kaç gün daha fazla direnebilmek ve son mermilerini de atabilmek için yiyenlerin ancak 2-3 gün yaşabildiğini herkesin bildiği zehirli çalıların bademlerini ezip suyla ıslatarak yerler...

Nüfusun üçte biri can vermiş, şehirde isabet almamış bina kalmamış, ayakta kalıp mermi atabilecek son mücahid şehid olmuştur ve artık Antep düşmana teslim olacaktır ki açlıktan ayakta duran insan sayısı da çok azdır.

Bunlar size ve bize ne kadar tanıdık geliyor şimdi değil mi? Yukarıda Antep savunmasının düşüşü ile alakalı anlattığım satırlarda Antep yerine Halep yazın ya da Humus farketmez! Acımasız bir abluka, ahlaksız bir bombardıman, ve yardımsızlık, ve kimsesizlik!

O günlerde de belki herkesin ayrı bir derdi vardı, belki her şehrin ayrı bir düşmanı, ayrı bir ekonomik gerekçesi, anlaşmalar ve sair binbir türlü sebep ve mazaret üretmek mümkündü ki bugün de mümkündür.

Neticede bir şehir halkı vahşi bir katliama ancak bu kadar direnebiliyor ve değişmeyen asıl acı gerçek ise diğerlerinin ilgisizliği ya da umursamazlığı oluyor! Burada o diğerleri biz oluyoruz.

Şimdilerde pek çok yazar-çizer Halep yazıları yazıyor, dernekler ve kuruluşlar Halep’in ardından ağıtlar yakan açıklamalar yayınlıyorlar. Galiba tarihten bugüne değişen tek şey bu; eskiden hiç değilse bu kadar çok konuşanımız yoktu şimdi bolca var. O günlerde bir şehir düştüğünde düşman lehine sevinen hain sayılırdı bugün ise aramızda dolaşıp makbul adam yerine konuyorlar!

Halep harap olduktan sonra düzenlenecek eylemler ve toplanacak yardımlar en fazla mültecilerin karınlarının doymasına veya en fazla, boombardımanlarda tok midelerle öldürülmelerine olanak sağlayacak! Yapılmasın mı? Hayır elbette yapılsın çünkü Halep düştüyse sırada nerelerin olduğunu tarihten biliyoruz. Hiç değilse bir sonraki şehir için uyanık olmamızda hayır vardır.

Ama geç kaldık! Şimdi af ve mağfiret için tevbe vaktidir.

O meşhur tamlamanın içini doldurarak ‘yaptıklarımız ve yapmadıklarımız ile yapmamız gerekirken yapmadıklarımız ve yapmamamız gerekirken yaptıklarımız’ için hızlı bir tefekkür ve hızlı bir harekete ihtiyacımız var. Hızlı olmak zorundayız zira zaman hepimiz için daralıyor...

Artık ölüm korkusu ve dünya sevgisi olarak bizzat Rasulullah(sas)’in tarif ettiği çukurdan doğrulmak zorundayız. Ecelin; oturanlarla meydanlarda savaşanlar arasında, ancak ve sadece tayin edildiği vakit geldiğinde, tayin edilen kişiyi, tayin edilen yerde bulan bir kaçınılmaz ve değiştirilemez son olduğunu idrakle başlayabiliriz işe. Ve rızkın; hayatı boyunca hiç durmadan didinenler için de normal hayatını devam ettirip verilenle iktifa ederek hamdedenler için de tayin olunandan başkası ya da fazlasının ya da eksiğinin mümkün olmadığını kabul ederek devam edebiliriz.

Suyun üstünde sürüklenen saman çöpleri olmaktan kurtulmanın yolu, suyu tersine akıtmaktan geçiyor. Bu da ölüm korkusunu ve dünya sevgisini yenmekle mümkün zira onlarla kaybedildi.

Sevban(r.a) 'dan rivayet edildiğine göre Rasululla(sas) şöyle buyurdu:

‘Yakında milletler, yemek yiyenlerin çanaklarına davet ettikleri gibi, size karşı biribirlerini davet edecekler.’

Birisi: ‘Bu o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?’ dedi.

Rasulullah(sas), ‘Hayır, aksine siz o gün kalabalık, fakat selin önündeki çörçöp gibi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak, sizin gönlünüze de vehn atacak.’ buyurdu.

Yine bir adam: ‘Vehn nedir ya Rasulullah?’ diye sorunca:

‘Vehn, dünyayı  sevmek ve ölümü kötü görmektir.’ buyurdu. ( Ebu Davud, Müsned)

Tarih nehrinin akışını ancak bu azgın gidişin önüne cesetleriyle barajlar kuranlar ve kanlarıyla suyu yükseltebilenler değiştirebiliyor.