Bu ikidir aynı telden çalıyoruz. “Niye ki?” Demeyin. Var elbette 'nedeni' ve 'niyesi'.

“iyi yellenmeler” başlıklı yazımı hatırlarsınız ve okumuşsunuzdur diye tahmin ediyorum. Oradan devam etmek gerekiyormuş meğer.

Ancak bir farkla;

Bütün bu katliamları ve insanlık dışı barbarlıkları yapanlar bir yana, bir de kendi içimizdekilerden bazıları ile ‘hala’ uğraşmamız gerekiyormuş meğer.

 Meğer, "Evet yapmışız biz bu sorkırımı" diyeninden tutun da, bizi topa tutanlarla kaşık çakıştırackmışız da haberimiz yokmuş. Gelen e-posta ve yorumlardan bu ortaya çıkıyor. Bu yazı da, bu sebele kaleme alındı ha keza. Biline istedim.

Bir dakika yahu!

Ben bunlara neden 'kendi içimizdekiler' dedimki ki şimdi? Aslına sırtını dönen, kendi özlüğüne tüküren, çıkar uğruna gemisini yürüten, orda burda sürüten, sütü bozuk, bir taşı alıpta bir yere koymamış, karnı hiç doymamış, hep bana-Rab-bana diyen ve tarihinden bi haber olanlar nasıl ve neden ‘içimizden’ olsunlar ki.

Büyük özür diliyorum. Bakmayın kusuruma. O tipler için 'içimizdekiler' den ziyade, ancak 'dışımızdakiler' diyebiliriz. Çünkü hareketleri onu gösteriyor ve madem o dilden anlayacaklar; demek ki daha benim yazacaklarım, onların da bilecekleri var.

Neyi mesela;

1840 yılında, ortalıkta en küçük bir çatışma yokken. Maraş'ta, bir dağın tepesinde kurulmuş bir Türk karakolunu, yörede gizlice örgütlenmiş olan beş bin dolayında silahlı Ermeni gücünün gece yarısı bastığını. Dört yüz dolayındaki Türk askeri ile subayının kulaklarını, burnunu keserek ve sonra da yavaş yavaş işkence ederek öldürdüklerini!

Neyi mesela;

1905 yılında Küçük Ergeş Beğ'in savunduğu Andican'ı tutuşturarak 20.000 Özbek Türk'ünü kimin öldürdüğünü? 1870'li yılların başlarında, Kafkasya ile Gürcistan'da silahlandırılan Ermenilerin Türk kökenli köylere nasıl saldırdıklarını! 1878-1879 yılındaki ünlü '93 harbi'nde bölgeyi çok iyi tanıdıkları Ruslara nasıl kılavuzluk ettiklerini, cephe gerilerindeki Türk köylerini nasıl bastıklarını.

Neyi mesela;

  1. yüzyılın en büyük kıyımı olan Karabağ'da 100 bin kişinin nasıl yerinden yurdundan edildiğini; Azerbeycan'ın yüzde 10'unun nasıl ele geçirilerek 1 milyon kişinin nasıl sürüldüğünü ve bunların içerisinden binlercesinin nasıl hunharca öldürüldüğünü.

Kal dı ki: Devlet arşivleri, 1910-1922 yılları arası Anadolu'da 523.955 Türk'ün Ermeni çeteleri tarafından katledildiğini belgeleriyle defalarca ortaya koydu. Onlar her ne kadar bu işi tarihçilerin eline vermeye yanaşmasalar da, Ermeni çetelerinin katliamları tarih, yer ve isim olarak tek tek açıklandı.

Peki, bu nasıl iştir de; Ermeniler, delilsiz ispatsız yıllardır sözde soykırım iddialarıyla dünya kamuoyunu yanlarına çekmeye çalışırken ve dahi çekerlerken resmi belgeler Türkler'in katledildiğini gösteriyor.

Bunun en son örneğini ise daha bu Perşembe, ben bu yazıma nokta koymaya hazırlanırken gördük. Hollanda Parlamentosu, koalisyon ortağı Hıristiyan Birliği’nin hazırladığı 'Ermeni soykırımı tanıma' tasarısını mecliste kabul etti. Dışişleri Bakanı Kaag, her ne kadar bu kararın hükümetin "Ermeni soykırımını" tanıdığı anlamına gelmediğine işaret etse de aynı zamanda Türkiye ile yeni bir krize çoktaaan kapı aralamış oldu bile.

Gelelim asıl can alıcı soruya! Verilere göre Türkiye'de 400 bine yakın Ermeni’nin yaşadığı söyleniyor. Peki sizce Ermenistan’da ne kadar Türk yaşıyor? Ya da kaç Türk var acaba? Yok! Hiç yok! Ermenistan'da bir tek Türk dahi yok. Bu sebeple benim de artık bunların; oyunlarına-hilelerine, hırlamalarına-zırlamalarına, davullarına-zurnalarına karnım tok. Tasarı türlü meclislerden kabul görerek geçse de; konu hakkında araştırdıklarım da bence yeter gibi. Haaa olur da yetmediyse aşağıdaki satırlar taşı gediğine koyacaktır zannımca.

Ömer Baba'dan duymuştum.

Köyün birinde ağanın birinin bir köpeği varmış. Ağa köpeğini çok sever, özenle besler büyütürmüş. Ama köpeğin bir zaafı varmış. Davul zurna sesine dayanamazmış.

Ne zaman davul zurna sesi duysa zincirini koparır o köye gidermiş. Bir gün yan köylerden birinde yine davul zurna sesi gelince köpek yine dayanamamış, zincirini koparmış koşmuş. Köpek bu, bilirmi ki yan köydeki düğün ağanın hasmınındır. Ağa, çok sinirlenmiş bu işe! Ben sana edeceğimi bilirim diyerek, köyün bir tepesine bir davul, diğer tepesine bir zurna koydurmuş. Davulcu başlayınca köpek oraya koşmuş. Varınca da davulcu susmuş. Bu sefer zurnacı başlamış. Köpek gerisin geriye öbür tepeye koşmuş. Bir o tarafa, bir bu tarafa derken zavallı köpek koşmaktan çatlayıp telef olmuş.

Sözün özü: Zurna çalanda çok olur, davul çalanda. Bu iş yediği kaba pislemekten ve sırttan hançerlemekten başla bir şey değildir. Mesele ise, özünü unutmamakta!

Vesselam,