Hayvanlar fıtratları gereği, açlıklarını gidermek için birbirlerini parçalamakta en ufak bir tereddüt göstermezler. O alemde kanun böyledir. Ve fakat en vahşi olanları bile kendinden olana karşı bir başka müşfiktir.

Dünyanın en güçlü çenesine sahip bir timsah, minik yavrularını o öldürücü dişleriyle tutar ve şefkatle suya taşırken, gösterdiği titizlikle çok özel bir sahne oluşturur.

Otlakların kralı aslan ise, bir ceylanın boğazını parçalayan dişleriyle ensesinden tuttuğu yavrusunu incitmeden taşımak için özel bir gayret sarf eder.

Kendinden olana sahip çıkmak ve korumak için hassasiyet göstermek, genel geçer bir canlı davranışıdır. Hiçbir etik kuralı ya da kanun bunun değiştiremez.

İnsan için biraz farklı olması gereken nokta işte tam da burasıdır. İnsan; yalnız kendinden bildiğine değil, başkalarının mazlumlarına da aynı itina ile yaklaşması gereken, yeryüzünün halifesidir.

Hem diğer insanlara hem de sair tüm canlılara, merhamet ve adaletle yaklaşmak, insan olmanın temel kuralıdır aslında. Bunu beceremeyenin yukarıda bahsettiğimiz hayvanlardan bir farkı kalmaz.

Evet; timsahın suda yakaladığı bir zebraya adalet ya da merhamet göstermediği gibi, bizim bakmaya doyamadığımız güzellikte bir ceylanı parçalayan aslanın da adalet ya da merhamet gibi bir düşüncesi yoktur.

İnsanlar arasında mutlaka sağlanması gereken ana erdemler ise, kesinlikle adalet ve merhamettir.

Savaş ya da barış zamanında, iyi ya da kötü günde, kuzeyde ya da güneyde, doğuda ya da batıda; hiçbir sebeple ertelenemeyecek ve göz ardı edilemeyecek meselelerin başında da adaletle merhamet gelir.

Rusya, Suriye’de mazlum Müslümanları katlederken de aşağılık bir zalimdir, Ukrayna’da mazlum Hristiyanları katlederken de!

Aynı şekilde; Amerika Birleşik Devletleri, Afganistan’da ya da Irak’ta mazlum Müslümanları katlederken ne kadar aşağılık bir zalim idi ise, zamanında Vietnam’da mazlum Budistleri katlederken de aynı derecede aşağılık bir zalimdi.

Vahşi bir hayvanın doymak ya da salt düşmanlık hissi ile birilerini öldürmesi ne kadar adalet ya da merhamete sığarsa; bu emperyalist zalimlerin katliam ve işgalleri de o kadar sığar.

Bütün bunların yanında, Ukrayna’da yaşananlardan doğal olarak etkilenen çaresiz ve korunmasız halkın hızla ülkeyi terk etmek için batı sınırlarına koşmaları, bize savaşın halk için ne anlama geldiğini bir kere daha gösterdi.

Her fırsatta ülkesini terk etmek zorunda kalan Suriyelileri savaşmadıkları için aşağılamaya çalışanların, sadece 7 günde savaştan kaçmak zorunda kalan Ukraynalı sayısının 1 milyonu aşması karşısında, bu acı gerçeğin, ırk ya da coğrafya ile alakası olmadığını anlamalarını umut ediyorum.

İşte tam da bu noktada, insan olmanın gereği olarak gördüğümüz adalet ve merhamet duygularının gündeme girmesi gerekiyor.

Batılıların kapıları sonuna kadar Ukraynalı mültecilere açmış olmalarının bize anlattığı net bir ders olduğunu görmemek için kör olmak bile yetmez. Onların kendinden olanlara olması gerektiği gibi davranmaları, denizlerde boğmaya çalıştıkları Afrikalı ya da Ortadoğulu mültecilere nehre düşen her canlıyı av gibi gören bir timsah gibi yaklaşırlarken, Ukraynalılara kendi yavruları gibi muamele etmeleri, kendileri açısından gayet anlaşılır ve tutarlı bir yaklaşımdır.

Zira batı için, gönlünde İslam olan bir fert muhtemel düşman, potansiyel bir tehlikedir. Ukraynalı bir Hristiyan ise her şekilde makbul bir misafirdir.

Daha dün çıkan haberlerde Avrupa Birliği, tüm Ukraynalı mültecilere, sorgusuz sualsiz 3 yıl birlik içinde ikamet izni tanıyan bir karar aldı, hem de oy birliği ile! Oysa aday ülke Türkiye vatandaşları için böyle bir ihtimal gündeme bile gelemiyor. Bırakınız mülteci olmayı, misafir olarak bile makbul değiliz onların gözünde.

Mesele bizim de bizden olanlara olması gerektiği gibi bakmayı başarmamızla alakalıdır. Yoksa onları eleştirmenin bir değeri olmayacaktır.