Modern hayatın hızına yetişmek için, güç ve imkanlarımızı zorlamak mecburiyetinde kaldığımız gerçeği, bir yük gibi sırtımızda duruyor.

Hep bir yerlerde yetişmek için süregelen yarışın içinde gibiyiz. Herkesin acelesi var. Kaldırımlardaki yayaların, araçlarındaki sürücülerin arasında, bir adım öne, bir araç öne geçmek için çırpınıp duruyoruz.

Bütün gelişmişliğimize rağmen, bugün şehirde yaşayanlarımızın çoğu, sakin bir köy sabahı hayali kuruyor. Korna ve bağırtıların olmadığı, horoz ve kuzu seslerinin melodisiyle uyanılan bir sabahın bize ne kadar iyi geleceğini düşünüp duruyoruz. Köy, biz şehirliler için biraz tatil yeri olduğundan, işleri ve yorgunluklarını hesaba katmadan, alternatif bir kaçış yeri gibi görünüyor.

Oysa köylerde yaşayanların da çoğu, şehrin nimetleri için oraları terk etme hayali kurmakla meşgul ya da bizzat yola çıkmış geliyor. Öyle ya, ülke olarak köylerde yaşayan nüfusumuzun oranının yüzde onun altına düşmesi de bunun göstergesi.

Topraktan uzaklaşıyoruz! Hayvanlardan, ağaçlardan, taşlardan uzaklaşıyoruz. Ayaklarımızın altında kuru dallar kırılmıyor şehirlerde. Başımızı kaldırıp filiz veren ağaçlara bile bakmaya zamanımız kalmadı.

Oysa üstünde dolaşan her şey gibi, bir gün mutlaka bağrına döneceğimiz toprak; bizim sadece bedenlerimizin beslenme kaynağı değil, aynı zamanda ruhlarımızın da ferahlama ve güçlenme noktası.

Bu noktada şehir için parkların, yeşil alanların değerini anlatmaya gerek kalmıyor aslında, kalmamalı da. Hepimizin daha çok yeşilliğe, daha çok canlı hayvan görmeye ihtiyacımız var. Sokak köpekleri ya da kedilerinin daha ötesinden bahsediyorum.

Mesela hep merak etmişimdir. Gaziantep’in kadim merkezi noktalarından biri olan ve hepimizin zihninde yer ettiği ve resmen de o isimle anıldığı halde; Balıklı Parkı’nda neden balık yoktur?

Yeşili ve canlılığı, şehir insanının ihtiyaçlarının ilki olarak tanımlıyoruz. Bir parkta akan suyun, yüzen ördeklerin ya da bir havuzda yaşayan balıkların, insana verdiği sükûnet ve hayat hissi başka hiçbir şekilde alınamıyor.

Son yıllarda hızla artan ve göz ardı edilemeyecek bir başarı hikayesi olan şehrin yeşil alanlarının, her birimize ne kadar iyi geldiğini keşfetmemiz ve değerini de bununla ölçmemiz gerekiyor.

Belediyelerimizin mevcutla yetinmemeleri ve her mümkün olan alanı yeşillendirmeleri, her kaldırıma veya orta refüje uygun ağaçlandırmaları yapmaları, mevcut park ve yeşil alanları titizlikle korumaları boyunlarının borcudur, bu şehre ve halkına hatta gelecek nesillerine olan borçları hem de.

Yeşilin verdiği huzur ve sükûneti, suyun yaşattığı dinginlik ve dinlenme hissini, modern çağın ürettiği hiçbir eğlence aracı sağlayamıyor. Toprağa yakın oturmanın, çimlere temas etmenin, ağaçlar arasında yürümenin verdiği enerji ve sağlığı, hiçbir terapi metodu ile elde edemiyoruz.

Öfke topu gibi gezen hemşerilerimizin, hızı ile asfaltı ağlatan sürücülerimizin, ailesine ya da yakınlarına bile gülümsemekten aciz kalanlarımızın, çalışanlarını kulu gibi gören işverenlerimizin, çocuğunu hırpalayan annelerimizin, tokatlayan babalarımızın, velhasıl hepimizin bir sakinliğe, bir yeşilliğe, bir canlı hayvanı seyretmeye, şu güzelim bahar zamanı göz veren ağaçlar altında oturmaya ihtiyacımız var.

Bir durmamız, yavaşlamamız, sakinleşmemiz gerekiyor. Koşmaya biraz ara vermemiz, bir derin nefes alıp, şöyle bir etrafa bakmamız gerekiyor.

Hayat öyle ya da böyle devam ediyor, edecek! Bu hengamede kaçırdığımız huzurun, kaybettiğimiz muhabbetin, terk ettiğimizin dostlukların, yitip giden nesillerin ise telafisi olmayacak.

Hepimiz biraz sakin olabiliriz, bir adım geri atabiliriz, biraz yavaşlayabiliriz. Neticede sadece ve yalnızca bir tane hayatımız ve malumunuz sınırlı bir ömrümüz var.

Dünyadan nasibimiz; gördüğümüz, dokunduğumuz, kokladığımız, tattığımız ve duyduğumuz kadar, ötesi yok…