Geçtiğimiz ayların birinde yazdığım 'Ağanın köpeği' isimli yazımı hatırlarsınız.

Aslında o yazıdaki Ömer Baba'nın hikayesini bu sayıda yazmak varmış ya.

Neyse!

Hem nerden bilecesin ki köpekler bir değil, on değil, sürü ileymiş.  

***

Yaşını biraz almış olanlar iyi bilirler.

Eskiden Anadolu köylerinde olurdu o cins köpekler. Geceleyin ipini kopardıklarında,    karanlığın derinliğinden güç alıp köyün orta yerinde, 'zibillik' diye bilinen meydana çıkarlardı. Millet de uykuda ya. Meydanı boş bulurlar ya. Akıtırlar da akıtırlardı salyalarını...

Aslında ben de yetki ve makam olsa idi, Türkiye'nin girişlerindeki, hudut kapılarının levhalarına, 'DİKKAT, BU ÜLKEDE KÖPEKLER VAR ve TEHLİKELİDİR" diye yazdırırdım.

***

Ya çok doluyum, lütfen kusuruma bakmayın. Böyle bir giriş yaptım diye kızmayın bana. Son günlerde şu yangın haberlerini okurken ve izlerken inanın elim ayağım titredi de ondan böyle başlamak zorunda kaldım. Ne yapalım, biz de insanız işte. İtler meydanı boş bulunca tepem atıverdi. Zor tutuyorum kendimi.

Neticede Türkiye hepimizin vatanı. Bizim de duygularımız, hislerimiz ve son noktamız var. Hani insan Allah'sız ve kitapsız olabilir. Kendi bileceği şeydir. Hesabını ahirette verir. Ama kalkıpta yaşadığı toprakların ciğerlerine bu denli alçakça saldırınca, bizler de savunmaya geçiyoruz haliyle. Geçmek zorunda kalıyoruz daha doğrusu. Tasmalarının kimin elinde olduğu artık belli olan bu yaratıklara bari kuduz aşısı yapsalardı da, bir de onla uğraşmasaydık. Belki faydası olurdu aşının. Belki anlarlardı o zaman, o ormanlarda telef olan suçsuz ve masum kedi yavrusunu ağzıyla kurtarmaya çalışan o yürekli hem cinslerini. Belki hatırlarlardı insan olduklarını, kurtarılan 25 keçiden 9 tanesinin içtiği litrelerce suyu görünce.

Kısacası ben, vatanıma saldıran sözüm ona çok insan zannedilen zavallı varlık gördüm. Ama bu kadar aşşağılığını, insanların haricinde hayvanlara ve doğaya da bu denli zarar verenini inanın ilk defa görüyorum.

***

Bu delik hiç kapanmayacak!

Merak etmeyin, biliyorum. Bu yazımda da konu ile alakalı ‘kıssadan hisse’ bekliyorsunuz benden. Bu yönde özellikle istekler oluyor. Açıkçası epeydir de yazmamıştım. Kırmadan hikayemize girelim madem.

***

Zamanın birinde kötü karakterli huysuz bir genç varmış. Bir gün babası bu gence içi çivilerle dolu bir torba vermiş ve, '"Arkadaşlarınla tartışıp her kavga ettiğinde, onları her kırıp incittiğinde bu tahta perdeye bir çivi çak" demiş. 

Genç, ilk günde tahta perdeye 37 çivi çakmış. Sonraki haftalarda ise kendi kendini kontrol etmeye çalışarak her geçen gün daha az çivi çakmış. Nihayetinde bir gün gelmiş ve hiç çivi çakmamış. Yani kimseleri kırmaz incitmez olmuş. Ve durumu giderek babasına söylemiş.

Babası ise onu yeniden tahta perdenin önüne götürmüş ve bu sefer de, "Bu günden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için, tahta perdelerden bir çivi sök yani çıkart." demiş.

Günler geçmiş, haftalar geçmiş ve bir gün gelmiş ki, tahta perdedeki bütün çiviler çıkarılmış.

Genç gidip durumu bir kez daha babasına anlatarak, "Bütün çiviler söküldü." demiş. Babası da ona "Aferin, iyi davrandın, akıllandın. Artık kimseyi kırıp incitmiyorsun." demiş ve şöyle devam etmiş, "Ama bu tahta perdeye dikkatli bak. Artık üzerinde çoook delik var. Bu tahta artık geçmişteki gibi asla ama asla güzel olmayacak."

Hasıl-ı Kelam;

Eyyy devlete, nebata ve hayvanata zarar veren ahmak herif!

Devletini sevmiyor olabilirsin, insanlarla tartışıp kavga etmiş olabilirsin, farklı politik görüşün olabilir, ağızdan kötü kelimeler çıkmış, kötü şeyler söylemiş olabilirsin.

 Ama bak unutma!

Her kötü kelime ve her kötü bir eylem ardından kapanmayacak bir yara, bir delik açar. Bu bir arkadaşınsa bin defa seni affettiğini söyleyebilir! Ama şunu bilki, bu mesele bütün insanlığın, doğanın, hayvanların ve bitkilerin meselesi. Dolayısı ile bu delik aynen kalacak, telafisi olmayacak ve asla ama asla kapanmayacak.

Adımını ona göre at, anladın mı bre zındık?

Vesselam,