Bu asrın Müslümanının en büyük açıklarından biri de davetçi şuuru eksikliğidir. Eksiklik ne ki, neredeyse müzmin hastalık derecesinde bir gaflet. Bu gaflet, sadece “avam” diye tabir edilen sıradan insanlarda da değil, en seçkin insanlar için bile geçerlidir. Öyle ki, görevin direk sorumlusu olan insanların bile büyük bir kısmı, bu illete müpteladır.

Bu illetin en belirgin alameti, “ruhbanlık” anlayışıdır. Yani “din, din adamlarından sorulur” anlayışıdır. Bir kere İslam’da ruhbanlık yoktur. İslam sadece diyanet personelinin, veya ilahiyat ve imam hatip okullarındaki, öğretici ve öğrencilerin dini değildir. Kelime-i şehadet getirmiş olan her Müslüman, İslam’ın doğal bir davetçisi, öğrencisi ve öğretmenidir. Bunun için müsait olan her zaman ve zemini değerlendirmelidir. İşçi işyerinde, öğrenci ve öğretmen okulda, üniversiteli üniversitede, esnaf dükkanında, kısaca her zaman ve her yerde ıslama davet ve irşad görevi devam etmelidir.

Bir akraba veya komşu ziyaretine gittiğimiz zaman, bize bir ziyaretçi geldiği zaman. Taziyede düğünde yani sevinç ve tasa anları dahi, insanlara İslam’ı anlatmada fırsat olarak değerlendirilmelidir. Halbuki şu anda “sosyal medya” denen bir dünya var. Adeta dünyayı elimizde, cebimizde taşıyoruz. İstediğimiz zaman, istediğimiz insana her şekilde ulaşabilir, iletişim kurabiliriz. Yeter ki davetçi şuurunda olalım.

Bu asrın Müslümanının, “ben bilmiyorum” “hoca değilim” “yeterli bilgim yok” vb. mazeretleri de geçerli değildir. Bilgi, her birimize bir tık kadar yakın olduğu gibi, dünyanın diğer ucuna İslam’ın mesajlarını göndermek de bir tık kadar kolaydır. Dolayısıyla mahşer günü bu asrın Müslümanı, Allah'ın (cc) dinine davet konusunda görevini ihmal ederse, geçerli bir mazereti ve Rabbine karşı verecek cevabı olamaz. Ama üzülerek görüyoruz ki, bırakalım sıradan insanları, iş ve uğraşı direk din olan insanlar bile “davet şuuru” konusunda sınıfta kalmaktadır.

Örneğin sadece diyanet personeli yüz elli bin civarında. İmam hatip okulları ve ilahiyat fakültelerindeki personelin, bunun birkaç katı olduğunu tahmin etmek, zor olmasa gerek. Buna İlahiyat ve imam hatip liselerinin öğrencilerini eklediğimiz zaman, bu sayı milyonlar eder. Evet sıradan Müslümanları saymayıp sadece direk dinle ilgili Müslümanları hesap ettiğimiz zaman, sayının düşük olmadığı malum.

İslam’ı çok kısa zamanda kıtalar ötesine taşıyan, Resulullah'ın (sav) ashabı, en iyi ihtimalle, yüz bin kişi olarak tahmin edilebilir. Hem de onların zamanında iletişim ve ulaşım, bizim zamanımıza kıyasla neredeyse sıfır noktasındayken… Düşünelim, en iyi iletişim aracı mektup. Ama bir mektubun ulaşımı, bazen aylar alabiliyor. En iyi ulaşım aracı at. Ama çoğunlukla insanlar binecek deve dahi bulamayıp merkeplerle seyahat ediyor. Onu da bulmasa yaya olarak gidiyor. Tabi seyahatler, bin bir tehlikeler altında gerçekleşiyor. Eşkıya tehlikesi, yırtıcı hayvan, yılan çıyan tehlikesi vs.

Sadece ulaşım ve iletişim değil, tüm imkanlar açısından bu asrımıza göre sıfır noktasının bir tık üstü… İnsanlar yiyecek ekmek bulasa, su bulamıyor, su bulsa katık bulamıyor. Yazmak için divit bulsa mürekkep bulamıyor, mürekkep bulsa kağıt bulamıyor. Her açıdan, bizim asrımızla kıyaslanamayacak bir yokluk içindeydiler. Bizler ise, teknolojinin zirvesinde, iletişim ve ulaşımın ışık hızında olduğu bir zamandayız. Yediğimiz önümüzde, yemediğimiz arkamızda. Adeta imkanlara boğulduğumuz halde, başarısızlığın dibini yaşıyoruz.

Ama sahabeler, dip imkanlarla zirve başarılar elde ettiler. Biz ize zirve imkanlarla, dip başarıdayız. (Aslında başarısızlık demeli) Çünkü onlar, davetçi şuurunun zirvesindeydiler. İşleri, uğraşları, meslekleri ne olursa olsun, öncelikle İslam davetçisi olduklarını biliyor ve gereğini yapıyorlardı. Onları örnek alan ve rehber edinen sonraki nesillerden de davetçi şuurunda olan nice yiğitler oldu. Onlar da İslam’ı insanlığa iletmekte; azmin, sebatın, vefa ve gayretin hakkını verdiler.

Davetçi şuuru kısaca: işçi, çiftçi, hamal, marangoz, demirci, amir, memur, esnaf, sanatkar, kısaca ne iş yapıyor olursak olalım, her işimizin önünde ve üstünde özellikle İslam davetçisi olduğumuzu unutmamaktır. İşi, uğraşı, mesleği, meşrebi ne olursa olsun her Müslüman, bu işten sorumludur. Kadın erkek genç ihtiyar fark etmez. Her birimiz “müsait olan her zemin ve zamanı, davet ve tebliğ ve irşad açısından değerlendirmeliyiz. “Mü'min erkeklerle Mü’min kadınlar da birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyar, namazı kılar, zekatı verir, Allah'a ve Peygamberine itaat ederler. İşte bunlara Allah rahmet edecektir. Muhakkak Allah yücedir, hakimdir.” (Tevbe 9/71)

Asrımızda mevcut bulunan hadi iki milyar değil, bir milyar yedi yüz milyon Müslümanın, çeyreği değil, onda biri, yüzde biri değil, binde biri, ashabı kiram (Rıdvanullahi aleyhim ecmeîn) misali davet şuurunda olsalar ve görevlerinin hakkını verseler, birkaç yılda dünyanın alnına ve yüreğine İslam’ın mührü vurulur. O halde ben, sen ve o, her birimiz, davetçi şuuruyla işe koyulalım. Gelecek İslam’ındır, hakkındır, adaletindir. Subheneke... Bihamdike... Esteğfiruke...