Bir önceki yazımızda bebeklik evrelerini özetlemiştik. Tamamen aynı olmasa bile davetçinin evrelerini de bir bebeğin evrelerine benzetebiliriz. Davetçi ilk etapta davanın bilincinde değildir. Manevi açıdan nefis tezkiyesi ve ruh terbiyesi, fikri açıdan da ilim irfana ve kültürel gelişime ihtiyacı vardır. hatta fiziki olgunluk açısından dahi rehberliğe ihtiyacı vardır. Bu dönemde davanın öngördüğü program dahilinde belletmenler eşliğinde oluşum ve gelişim devresi başlar. Okuyacağı kitaplar tespit edilir, faydalı olan kaynaklara yönlendirilir, zararlı olanlardan ise belli bir zamana kadar sakındırılır. Çünkü ilk etapta kendisinin ilmi ve kültürel birikimi, faydalıyı ve zararlıyı ayırt edecek düzeyde değildir.

Kaynak deyip geçmeyelim, nice yanlış kaynaklarla beslenen ümmetin evlatları ümmet aleyhinde çalışan piyonlara dönüşür de hiç farkına varmazlar. İşte “çağdaş haricilik” diyebileceğimiz tekfirci oluşumların eline düşen gençlerimizin hali meydandır. Bunların eline silah ve imkan verilse, kendi ailesi de dahil, kendinden olmayan her kesin canına kıymaya hazırdırlar. İslam düşmanı küresel çetelerin, loca ve mahfillerin kurşun askerlerine dönüşmüş yığınla kalabalıklar… Yanlış kaynaklardan beslenme sonucu kendi değerlerine düşman yapılmış onlarca grup ve oluşumlardan bahsedilebilir.

Hatalı görüp yanlışlarını eleştirse de tüm Müslümanları kardeş olarak gören vasat ümmet anlayışındaki bir İslami cemaatin durumu elbette farklıdır. Gerçek “cemaat” denilebilecek böyle bir yapı, sıfırdan aldığı ümmetin evlatlarını, bir anne şefkatinden daha sıcak yaklaşımla eğitip takviye eder. İşte nebevi metotla yoluna devam eden bu cemaatin davetçi yetiştirmesi de ciddi emek ve sabır isteyen bir iştir.

Davetçinin ilk evresi de bebek misali büyük uğraş ve çabalar gerektirir. Derken davetçi, emekleme, oturma, ayakta durma ve derken yürüme çağına gelir. Yani artık faydalı ve zararlı fikirlerin farkındadır. Davanın Allah (cc) davası olup kimsenin tekelinde olmadığını anlamıştır. Daha da önemlisi, “elhamdulillah Müslümanım” diyen her ferdin, davanın gönüllü ve görevli bir neferi olduğunu anlamıştır. “Bildiklerinin hocası ve bilmediklerinin de talebesi” olduğunun farkına varmıştır. Müsait olan her zaman ve zemini, Allah'ın (cc) dinine davet için kullanması gerektiğini kavramıştır. Her zaman her yerde artıları artırmak ve eksileri de bitirmek için çalışmakla yükümlü olduğunun şuuruna varmıştır. Çünkü davasından aldığı eğitim ve terbiye kendisine tüm bunların alt yapısını vermiştir.

İşte böyle bir davetçi, bebeğin çocukluk ve gençlik devresi misali harekete geçer. Önce ferdi davetle kendisine bir çevre edinir. Akraba, yakınları ve çevresinden birkaç kardeşinin elinden tutup onları yürütmeye başlar. Onları camiye, namaza, Kur'an öğrenmeye, genel sohbetlere davet eder. Belli bir seviyeden sonra nizami ders halkalarına almaya başlar. İlk etapta kendisinden daha tecrübeli olan belletmenlerin ders halkalarına katılmalarını sağlar. Ama zaman içinde kendisinin eğitim ve terbiyedeki tecrübesi arttıkça, kendisi bizzat ders halkaları oluşturmaya başalar. Çırak, kalfa ve ustalık devreleri misali, davetçilerde de bu gelişim devam eder. İşin tabiatı budur.

Bir, iki, üç ve derken çok daha fazla ders halkaları oluşturmaya devam eder. Zaten bu arada kendisinin ilk oluşturduğu ders halkaları da yeni davetçiler oluşturmaya başlamış olur. İşte bu aşamadan sonra, ders halkaları salkım misali gelişip büyümeye ve çoğalmaya başlar. Bu durum ders halkasındaki “program” “disiplin” ve “takip” artı ders halkasını idare eden nakip ve katılımcıların durumuna göre değişir. Bazen on kişilik bir ders halkasından on tane veya daha fazla ders halkaları oluşabilir. Bazen bu sayı üçe beşe de inebilir. Önemli olan davetçinin görevinin hakkını vermesidir. Bilindiği üzere davetçi sonuç ve semereden değil, uğraş ve çabanın hakkını vermekten sorumludur. Davetçi ihlasla, azimle, sabır ve sebatla Allah'ın (cc) dinine davet ettiği müddetçe bu semereler de devam edecektir. Subheneke... Bihamdike... Esteğfiruke...