Biliyorum, bu başlık ilk anda itiraz edilmeye müsait bir başlıktır. Çünkü tıp literatüründe böyle bir hastalık yoktur ve bizim konumuz da zaten işin tıbbi yönü değildir. Ancak daha iyi anlaşılması içi bir benzetme yapmış olalım.Bu hastalık bir vakıa olup tıbbın teşhis edemeyeceği kadar sinsi, habis ve tehlikelidir. Nitekim bu hastalığa mübtela olan nice İslam davetçileri sıradan insanlardan daha akim ve semeresiz duruma gelebiliyorlar. Hatta üstüne üstlük davalarına ciddi manada yük ve takoz oluyorlar. Sıradan insanın davetçilik kapasitesi yoktur ki, dava diye bir derdi olsun. Ama bir davanın emeğiyle büyüyüp tam elini taşın altına koyacakken bu hastalığa düşenler, kendilerine de davalarına da yazık ederler.

Tıp alanına giren hastalıklar, daha çok fiziki olup bizim anatomik yapımızı, yani bedenimizi, yani maddi alemimizi ve dünyamızı tehdit ederler. Ama bazı manevi hastalıklar vardır ki, metafiziktir. Onlar bizim manevi bünyemizi, yani imanımızı, yani ahiretimizi tehdit ederler. Halbuki dünya fani, ukba ebedidir. Beden ve tüm maddi varlıklar, gelip geçici ve değersizdir. Ama manevi değerler; iman, takva, salih ameller vb. manevi değerlerimiz, bizim ebedi olan ahiretimizin teminatıdırlar. Zerreyle kürrenin dahi kıyası mümkündür. Ama fani olanla baki olanın, dünya ile ahiretin kıyası dahi mümkün değildir.

Bebeklik hastalığı belki tam da manevi hastalık sayılmayabilir. Ama o da kalbi hastalıklar misali, gizli olup çoğu kere ileri derecede bu hastalığa mübtela olanların dahi farkına varamadıkları sinsi bir illettir. Her ne kadar bu hastalığın izleri hastanın davranış ve eylemsizliğinden anlaşılsa da bunu ancak dışardan ve basiretle bakanlar bilebilir. Hastanın kendisi çoğunlukla bunu fark etmez. Çünkü bu hastalık, fiziki hastalıklar gibi semptomları olan bir hastalık değil.

Herhangi fiziki bir hastalıktan dolayı uyardığınız arkadaşınız veya yakınınız, size teşekkür eder. Ama bebeklik hastalığına yakalanmış bir yakınınıza, “sende bebeklik hastalığı var” derseniz. Büyük ihtimal size kırılır, darılır ve belki de sizden uzaklaşır. Çünkü sizinle her karşılaştığında o kabullenemediği hastalığını hatırlayıp içi daralacak ve nefis muhasebesine girecektir. Bunun sonucunda ya nefis ve şeytan ona hastalığı sıhhat gibi gösterip size karşı bileyecektir ya da hastalığının kısmen farkına varıp vicdan azabı çekecektir. Ama her iki durumda da sizden uzak durmayı yeğleyecektir. Tabi Allah'ın (cc) lütfedip hatalarının farkına vardırdıkları müstesnadır. Onlar, hastalıktan silkinip kurtulmak için çare armaya başlayacaklardır.

Bebeklik Evreleri:

Bebek yeni doğduğu zaman kendi başına beslenemez, yiyip içemez, annesinin emzirmesine bir zaman sonra da yedirip içirmesine muhtaçtır. Yürüyemez, kucakta veya sırtta taşınmaya muhtaçtır. Tuvalet ihtiyacını dahi göremez durumdadır ve belli bir zamana kadar annesinin gözetiminde olmak zorundadır. Hiçbir hayati ihtiyacını kendisi gideremez, mutlaka yardıma muhtaçtır. Zamanla geliştikçe önce emekleyerek sürünmeyi başarır. Sonra oturma ve ayakta durmayı başarır. Belli bir süre sonra da adım atıp yürümeye başlar.

Tabi yürüme devresi başladığında, ilk etapta kendi başına yürüyemez. Ancak birinin yardımı veya yürüteçle yürüyebilir. Sonra gelişip kıvamına geldiği zaman ise kendi kendine yürüyecek duruma gelir.Yürümeye başladığı zaman bile belli bir süreye kadar korunup gözetilmeye ihtiyacı vardır. bu nedenle başta annesi olmak üzere büyüklerinin gözü hep üzerindedir. Düşmesin, evden uzaklaşmasın tehlikeli yerlere gitmesin, beklenmedik bir sorunla karşılaşmasın…

Sonra zaman gelir, artık bebeklik bitmiş çocukluk donemi başlamış, abi veya abla olmuştur. Bu dönem de kendi başına yürümekle, yiyip içmekle kalmaz, belli bir yere kadar kardeşlerine yardımcı olmaya başlar. Annesinin talimatıyla kardeşinin beşiğini sallar, ona gözcülük yapar, tehlikeli durumları büyüklerine haber verir. Biraz daha gelişince bir kardeşinin elinden tutup onu yürütmeye başlar. Annesine vekaleten kardeşinin yeme içmesi vb. ihtiyaçlarına yardımcı olur. Biraz daha büyüyünce, küçük kardeşini kucağında taşımaya başlar, basit bazı işlerde annesine, ailesine yardımcı olmaya başlar.

Gençlik çağına geldiğinde, bir kardeşine kucağında taşırken, bir eliyle de ikinci kardeşinin elinden tutup yürümesine yardımcı olur. Biraz daha büyüyüp geliştikçe bir kardeşini sırtında, iki kardeşini de kollarında taşımaya başlar. Olgunluk çağına geldiğinde, icabında anne babasının yerine tüm kardeşlerine bakar, onların her ihtiyacını görmeye, koruyup gözetmeye başlar. Çünkü artık bebeklik çağı bitmiş, yük olma yerine yük alma çağına gelmiştir.

15-20 ya da daha fazla yaşına ulaşmış bir evladın: “ben hala bebeğim annem, babam veya bir büyüğüm beni sırtında taşısın veya kucağında taşısın” dediğini bir düşünelim. Böyle bir durumu hiçbir aklıselim, normal karşılayamaz. İşte davet açısından gençlik, hatta olgunluk çağına gelmiş bir insanın hep birileri beni taşısın tavrına girmesi, bundan daha da anormaldir. Zira davetçi bir mümin, hele ilim irfan sahibi bir davetçi, sıradan insanla kıyaslanamaz. Çünkü kendisine Allah (cc) tarafından yüklenen yükün ağırlığını anlamış durumdadır. Allah (cc) şöyle buyurur: “Gerçek şu ki, biz emaneti (İslamiyet’i ve Allah’a Hilâfet görevini) göklere, yerküreye ve dağlara (ve bunlardaki mahlûkata) arz ve teklif ettik de; onlar bunun (sorumluluğunu) yüklenmekten çekindiler ve ondan (gereğini yapamadıklarında gelecek azaptan) korkuya kapılıp titrediler. (Ama) Onu (yeryüzünde Allah’a halifelik ve adaletle yöneticilik sorumluluğunu) insan yüklendi. Gerçekten o, pek zalim ve çok cahildir (ki Rabbinin emri ve isteği yerde kalmasın diye çok riskli bir cesaretle böyle bir mesuliyetin altına girmiş ve bir nevi kahramanlık göstermiştir).” (Ahzab 33/72)Subheneke... Bihamdike... Esteğfiruke...