Önemine binaen, öncelikle ilk paragrafınızı tekrar edelim. İnsan bir şeyin değerini bilirse, onu elde etmek için gayret sarf eder, gerektiği şekilde bedel öder. Onun için mücadele eder ve işini ciddi tutar, parmaklarının ucuyla tutmaz. Tabi böylece işinde başarılı olur. O işi; daha kısa zamanda ve çok daha iyi bir şekilde öğrenir.

  • Gözün değerini en güzel, iki gözü âmâ olup bastonuyla yoklayarak yürümeye çalışan insan bilir. Bu konuda da Resulullah’ın (sav) “Kel, Kör ve Abraş” olan üç insanın imtihanını anlatan hadisi şerifi manidardır.
  • Bir dizin, bir ayağın veya bir mafsalın değerini en güzel, ayakları sakat kalıp tekerlekli sandalyeye mahkum olan bir fiziksel engelli bilir. Bu konuda Efendimizin (sav) şu hadisi manidardır: ““Her birinizin her bir eklemi (ve kemiği) için bir sadaka gerekir. Binaenaleyh her tesbih sadakadır, her hamd sadakadır, her tehlil sadakadır, her tekbir sadakadır. İyiliği tavsiye etmek sadakadır, kötülükten sakındırmak sadakadır. Kulun kuşluk vakti kılacağı iki rekât namaz bütün bunları karşılar.”(Müslim, Müsâfirîn 84, Zekât 56)
  • “İnsanların her bir eklemi için her gün bir sadaka gerekir. İki kişi arasında adâletle hükmetmen sadakadır. Bineğine binmek isteyene yardım ederek bindirmen yahut yükünü bineğine yüklemen sadakadır. Güzel söz sadakadır. Namaz için mescide giderken attığın her adım bir sadakadır. Gelip geçenlere eziyet veren şeyleri yoldan gidermen de sadakadır.” (Buhârî, Sulh 11, Cihâd 72, 128; Müslim, Zekât 56)
  • “Gerçek şu ki, her insanın vücudunda üç yüz altmış eklem (ve kemik) bulunmaktadır. Kim bu eklem sayısı kadar Allahu Ekber, Elhamdülillah, lâ ilâhe illallah der, Allah’tan bağışlanma diler, insanların yolu üzerinden taş, diken veya kemik gibi şeyleri kaldırır, iyiliği emreder veya kötülükten sakındırırsa, o günü kendisini cehennemden uzaklaştırmış olarak geçirir.” (Müslim, Zekât 54)
  • Dilin ve kulağın değerini en güzel. Sağır ve ahras olan bir engelli bilir.
  • Sıhhat ve afiyetin değerini de hastalıklarla boğuşan, geceleri uyku uyuyamayan, ömrünün çoğunu hastanelerde geçirmek zorunda olan hastalar bilir. Efendimiz’in (sav) şu hadisleri tam da bu konudadır. “Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganimet bil: İhtiyarlık gelmeden gençliğini, hastalık gelmeden sıhhatini, fakirlik gelmeden zenginliğini, meşguliyet gelmeden boş vakitlerini ve ölüm gelmeden önce hayatını!” (Hâkim, Müstedrek, IV, 341; Buhârî, Rikak, 3; Tirmizî, Zühd, 25)

“Kıyâmet gününde dört şeyden sorgulanmadıkça, kulun ayakları yerinden kımıldamaz:

  1. Ömründen; onu ne ile nasıl tüketti?
  2. Gençliğinden; onu nerede çürüttü?
  3. Malından; onu nereden kazandı ve nerede, nelere harcadı?
  4. İlminden; onunla ne yaptı?” (Tirmizî, Kıyâme, 1)

“İki nîmet vardır ki insanların çoğu bu nîmetleri değerlendirmekte aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.” (Buhârî, Rikak, 1)

“Her insanın bedeninde 360 mafsal/eklem bulunur ki; her bir eklemi için her gün bir sadaka gerekir. İki kişi arasında adâletle hükmetmen sadakadır. Bineğine binmek isteyene yardım ederek bindirmen yahut yükünü bineğine yüklemen sadakadır. Güzel söz sadakadır. Namaz için mescide giderken attığın her adım bir sadakadır. Gelip geçenlere eziyet veren şeyleri yoldan gidermen de sadakadır.” (Buhârî, Sulh 11, Cihâd 72, 128; Müslim, Zekât 56)

  • Tüm bu saydıklarımız vb. tüm değerler önemlidir. Ancak bunlar sonuçta sadece bu fani dünya ile alakalıdır. Halbuki şu an hizmetinde bulunduğumuz dava, bizim hem dünya hem de ahiret saadetimizin teminatıdır. Bu dava ne altın gümüş vs. mücevheratla, ne para ve servet, ne de bağ bahçelerle asla kıyaslanamaz. Bu dava; hem nefsimiz, hem neslimiz, hem ailemiz, hem milletimiz, hem ümmetimiz ve hem de tüm insanlığın huzur, barış, izzet ve saadetlerinin teminatıdır. Dolayısıyla davanın değeri tüm değerlerin üstündedir. Ne ki, dava varsa diğer değerler bir mana ifade eder. Dava olmadıktan sonra diğer değerler ha var, ha yok, ne manası var? O halde davanın değerini bilmek, diğer tüm değerlerin üstünde ve önünde olmalıdır. Aynen Rabbimizin Kur'an’da buyurduğu gibi: “ (Habibim) De ki: “Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeş ve arkadaşlarınız, hanımlarınız, hısım ve akrabanız, kazanıp yığdığınız mallarınız, bozulup azalmasından korktuğunuz ticaret ve tezgâhınız (memuriyet, iş ve meslek sahanız), pek hoşlandığınız evleriniz (fabrika ve villalarınız) ... Şayet (bütün bunlar) size Allah'tan ve Resulünden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ve kıymetli ise (bütün bunları kaybetmeyeyim korkusuyla cihadı ve Hak davayı terk ediyorsanız); o halde Allah emrini (zillet, esaret veya azabını) getirinceye kadar bekleyip gözleyin bakalım... Çünkü Allah (cihadı terk eden) fasıklar topluluğunu asla hidayete (ve selamete) ulaştırmayacaktır.” (Tevbe 9/24) Subheneke... Bihamdike... Esteğfiruke...