Nerden başlasam elimde kalıyor.

Bir kırık saz gibi!

Yıkılmaya hazır bir hisar gibi.

Dalında düşmek üzere olan bir gül gibi.

Hafif bir rüzgârda düşecek bir yaprak gibi.

Meğerse buymuş şiirin boğazda düğümlenmesi.

Mona Roza Siyah güller, ak güller.

Akşamları gelir incir kuşları / Konarlar bahçemin incirlerine / Kiminin rengi ak kiminin sarı / Ah beni vursalar bir kuş yerine.

Mona Roza Siyah güller, ak güller.

Yada“Demek bizi bırakıp gidiyorsun Lili / Sen daima güzeller güzelini bulursun Lili”

Veyahut “Zambaklar en ıssız yerlerde açar / Ve vardır her vahşi çiçekte gurur. Bir mumun ardında bekleyen rüzgar / Işıksız ruhumu sallar da durur.” gibi.

Dedim ya hangi, tarafa dönsem şiirler köşe başında boynu bükük yetim bekliyor.

Büyük davanın yılmaz savunucusuydu Sezai Karakoç

Bir diriliş muştusu, bir fikir bekçisiydi.

Değerli bir mütefekkirdi.

Bu çağın ahlâk abidesiydi.

Bir şiir gibi yaşadı ve öyle öldü.

“Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır. Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır. Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır.”

“Uzatma dünya sürgünümü benim” demişti o sessiz ve soylu şair.

Ve nihayet o sürgün hayatı bitti.

Saat durdu, mürekkep tükendi.

Bu dünyadan bir Sezai Karakoç gelip geçti.

Rahmân’a vuslat eyledi.

Bize de özlem ve hasret.

Mekanı cennet olsun.