Milletlerin ve fertlerin hayatlarını şekillendiren, bugünlerine yön veren ve onlara bir karakter çizen dünler vardır. Dün yaşananların sürekli hatırlatılması gerekmeden devam eden etkileri biraz dikkatli bakan gözler tarafından görülür.

Bazı milletler ırkçıdır mesela, yüzyıllar öncesinden gelen bir faşizmin kurbanıdır ruhları. Bunu yeni yetme bebelerinde de, görmüş geçirmiş ninelerinde de görürsünüz.

Bazıları zalimdir! Nesiller boyu hep birilerinin kanları ve canları ile beslenmiş ve öyle bir gelecek kurgusu bilinç altlarına yerleşmiştir.

Bunu biraz daha küçük ölçekli örneklerle de anlayabiliriz. Her şehrin halkının iyi olduğu bir alan, tanındığı bir huyu olabilir. Bazı aileler biliriz, nesiller boyu iyilikler ve güzelliklerle anılırlar.

Gaziantep’in direniş ve kurtuluş hikayesinin bu şehrin halkının ruhunun derinliklerinde ne gibi silinmez izler açtığını görmek zaman geçtikçe zorlaşsa da, hala bazı minarelerindeki kurşun yaraları gibi silinmeyen hatıralar bulunuyor.

Mesela Antepliler yemeğe düşkünlükleri ile tanınırlar, boşuna değildir. Zamanında az yokluk ve kıtlık görmemişlerdir. Dedeleri ya da nineleri açlık ve korku ile imtihan olunmuş, bir lokma ekmek için günlerce beklemiş olan nesil, hala hayatta ve o hatıralarla yaşamaya devam ediyor.

Anteplilerin kendilerini beğenme ve gurur noktasında gözle görülür bir farkları vardır. Konular değişse de, bir yerde ortaya çıkan bir Antepli kibri de denebilir buna. Bu da boşuna değildir.

Üstüne döneminin en büyük silahlı güçlerine sahip ve en acımasız işbirlikçi yerli hainlerin desteğini almış Fransız ordusu geliyor ve siz bu orduya aylarca kök söktürüp direniyorsunuz. Hem de kimseden bir destek almadan! Bu da bir nebze genlere gurur olarak işleniyor adeta.

Sonra Antepliler devletçidir genelde, sadıktırlar devletlerine. Devlet onların yok olmak pahasına ortaya koydukları ama açlıktan savaşacak güçleri kalmadığında kaybettikleri şehirlerini, bir anlaşma ile geri almış ve işgalciler bir 25 Aralık günü artlarına baka baka defolup gitmişlerdir.

Nüfusundaki olağan sosyolojik değişikliklere ve modern hayatın getirdiği bütün karmaşaya rağmen, bu şehrin halkının bilinç altında hala bu verilerin oluşturduğu duygular hakimdir.

Şüphesiz bu gibi zamanlarda hatırlanmakla yetinilmemesi ve çağdaş hormonlu kuşaklara aşılanması gereken, aktarılması elzem olan bilinç; maddi ve manevi her tür işgale karşı direniş ruhudur.

Zaman geçip nesiller değiştikçe bu ruhu kaybetmeye başladığımızı görebiliyoruz. Atalarından üç beş parça araziyi miras olarak devralan ve sonra har vurup harman savuran bir mirasyedinin kaybından çok daha büyük ve değerli bir mirasın üstünde oturuyoruz.

Toprağı ve memleketi değerli kılan, üstünde kurulan ve altındakileri incitmeyen bir dünyadır; şehri ve insanı değerli kılan ise, ortaya koyduğu medeni duruş ve ahlaki yaklaşımdır.

Gaziantep bugün sahip olduğu insan ve kültür zenginliğini, geçmişinden aldığı mirasa ve değerlere borçludur.

Antep lehçesi bize bir imparatorluk hikayesi anlatır aslında. Selçukludan Osmanlıya uzanan bir mirasın semeresi olan lehçedeki zenginlik, yediklerimize ve içtiklerimize, dahası ruhumuza da sinmiştir.

İnsanlar ve şehirler, pek çok türden ağacın oluşturduğu bir orman gibidirler. Her ağaç kendi başına bir şeydir ama orman dediğimiz ve içinde bir başka dünyanın hayat bulduğu ve dünyaya da hayat bahşeden zenginliğin derinliklerinden çıktığı şey, tek başına elde edilemez.

Kurdun ve kuşun, hatta birçok zayıf canlının barınabildiği bir ormanı ancak kökleri derinlerde olan ve uzun yıllar aynı yerde sebatla yeşermeye devam eden ağaçlar oluştururlar.

Gaziantep’in direniş destanını ve kurtuluş hikayesini hatırlarken, anlarken ve aktarırken aklımızın ve gönlümüzün bir köşesinde, bu mirasa sahip çıkmanın ve büyütmenin kaygısı olmalıdır. Bu ormana bir fidanla da olsa katkıda bulunmayı hepimiz becerebiliriz. Dallarını kırmamayı, meyvelerini israf etmemeyi başarabiliriz.