Hz. Ali (ra)  Mekke'nin fethi sırasında yine sancaktardı. "Keda" mevkiinden Mekke'ye girdi. Mekke kan dökülmeden fethedildi. Hz. Peygamber ile birlikte Kâbe'deki bütün putları kırdılar. Daha sonra Mekke ve çevresindeki tüm putlar da imha edilip putperestlik devrine son verildi.

Mekke'nin fethinden sonra Resûlü Ekrem, Hâlid b. Velid'iBenuHuzeyme kabilesine gönderdi. Bu kabile ya cehaleti ya da bedevî olmalarından, "Müslüman olduk" anlamındaki "eslemna" kelimesi yerine "sabbena" dediği için Hâlid b. Velid hiddetlendi ve onlarla harp etti. Hz. Peygamber olayı duyunca çok üzüldü. Hz. Ali'yi bu hatayı telâfi ile görevlendirdi. Ali (ra)BenuHuzeyme'ye giderek öldürülenlerin diyetini ödeyip mağdur olanların zararlarını telâfi etmişti.

Huneyn gazasında Müslümanlar bir ara bozulup dağıldılar. Sayıları binleri bulduğu halde içlerinden ancak az bir kısmı sabredip dayanabildi. Hz. Ali bu savaşta yalnız sabırla tahammül etmekle kalmayarak gösterdiği yiğitlik ve kumandanlıkla İslam ordusunun kendi safında toparlanmasını sağladı.

Dersler ibretler:

·         Fatih olarak yaşayanlar, elbette fetih sancaktarı olurlar.

Resulullah'ın (sav) eğitim ve terbiyesiyle büyüyen Ali (ra) her dem Resulullah'ın (sav) izini adım adım takip etti. Nerede bir fetih hareketi varsa, hep önde gidenlerden oldu. İşte Mekke’nin fethinde de haklı olarak İslam sancağını taşıyan dört yiğit kumandandan biri oldu.Tarih boyunca İslam’ın sancaktarlığını yapan yiğitlerin hayatı incelenirse, onların da her birinin hayatı ve fedakarlığıyla bunu hak ettikleri görülecektir.

·         Tarihin hiçbir döneminde bu ümmetin “putkıran” yiğitleri eksik olmadı.

Bu durum, kıyamete gününe kadar da böyle devam edecektir. Nitekim tevhid dini olan İslam’ın öncelikli ilkelerinden bir de şirk ve putperestlikle mücadele etmektir. Bu mücadele insanlığın tarihi kadar kadim olup bundan sonrada devam edecektir. Allah (cc) şöyle buyurur: “O (İbrâhîm), gizlice onların putlarına sokuldu: «Yemez misiniz?» dedi. (Cevap gelmeyince) «Neyiniz var ki konuşmuyorsunuz?» dedi ve gizlice üzerlerine yürüyüp sağ eliyle onlara kuvvetli bir darbe indirdi.” (Sâffât, 91-93)

·         “Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır” sözü, Halid bin Velid ve Ali’nin (ra) buradaki uygulamalarından bir kere daha anlaşılıyor.

Bilindiği üzere dört halifenin (Rıdvanullahi aleyhim ecmeîn) her biri kendilerine has meziyetleriyle bilinirler. Halifelerin sıralamasına göre meziyet sıralamaları da “sadakat ve cömertlik” “adalet ve heybet” “ilim ve kahramanlık” ve “edep ve haya…” Tabi bu demek değildir ki Hulefa-i Raşidîn’in meziyetleri sadece bunlardan ibarettir. Elbette onlar, İslam’ın tüm güzel ahlak ve meziyetlerini üzerlerinde taşıyor ve hayatlarında yaşıyorlardı. Ancak her birinde bir veya birkaç meziyet öne çıktığı için bu meziyetlerle anılır olmuşlardır.

·         Yiğitlik, mertlik, fedakarlık ve gözü kara olmak, her zaman önemli meziyetlerdir.

Ancak Huneyn vb. savaş meydanlarında çok daha hayati önemdedirler. Bilindiği üzere, Huneyn savaşıyla Uhud savaşı, benzerlik açısından adeta birbirini tamamlayan bir bütünün parçaları gibidir. Çünkü her iki savaşın da birbirine zıt iki aşaması vardır. Uhud savaşının başlangıcı zafer, sonu hezimettir. Sebep, Resulullah'ın (sav) bir emrine okçuların muhalefet etmeleri. Huneyn savaşı da tam aksine başlangıcı hezimet, sonu zaferdir. Hezimetin sebebi, sahabeler içinden ıslama yeni girmiş olan bir kısmının, Allah'ın (cc) yardımı yerine sayı güçlerine güvenmeleriydi. Bu hataya binaen ilahi imtihan gereği İslam ordusu hezimete uğramıştı. Daha sonra hezimetin safere dönüşmesi, sahabeden az bir kısmının Resulullah'ın (sav) çağrısına kulak verip yeniden onun etrafında kenetlenmeleriyle olmuştur.