Arkası yarın bekler gibi beklerdik yeni kitaplarını.
Hem her biri bir diğerine benzer, hem de her biri kendi içinde bambaşka kitaplardı onun kitapları.
Sadeydi, anlaşılırdı, netti, akıcıydı...
Öğreterek aklı, coşturarak gönlü, tatmin ederek ruhları beslerdi...
Hissiyatı, gözyaşını, coşkuyu, samimiyeti ve emeği anlamak mümkün olurdu satır aralarında.
Kitap bulmanın kıymetli, beklemenin heyecanlı, okumanın zevkli olduğu yıllardı.
Bir kitabın ilk okuyanı olmayı başarırsak, yıpratmaya kıyamaz ve büyük bir iş yapar gibi ilk biz çizerdik önemli satırları.
Ama genellikle hemen hemen her satırı çizilmiş ikinci el kitaplar düşerdi heybemize.
Bir çok el değiştirmiş ve biz dahi bir kaç kez okumuş olsak da bir ibadet kıvamında sayfalarını karıştırdığımız, rüzgarını yüzümüze tutarak savurduğumuz kitaplarımız vardı bizim.
Kendine has aromasıyla cennet kokusu gibi hissettiğimiz kütüphanemizin yanına, bir yer minderi koyup uyumanın verdiği dinginliği kuş tüyü yataklar vermezdi.
Güzel günlerdi, özel günlerdi, sakin ve dingin günlerdi.
Paraya, şöhrete, makama, politikaya bulaşılmamış tertemiz günlerdi.
Bize abilik yapan herkesin her şeyiyle gözümüzün önünde olduğu günlerdi...
Ve günler nasıl geçip gidiyorsa, zaman nasıl akıp gidiyorsa insanlar da ölüp gidiyor.
Ve nasıl günler hakkında "iyi gün, kötü gün" diye bir tanımlama yapıyorsak insanlar için de öyle tanımlamalar yapıyoruz.
Musalla taşına konan her faninin arkasından sorulur ya, "nasıl bilirdiniz?"diye
Işte Mehmet Alagaş abi için gönül rahatlığıyla "iyi bilirdik" diyebiliyoruz.
O amel defterini kapatmayacak eserler bıraktı ardından.
Bir çok insanın gönlüne iman ve aksiyon tomurcukları ekerek gitti.
Şimdi o tohumların çoğu birer meyve ağacı oldu.
Allah gani gani rahmet eylesin.

Selam ve dua ile.