Ne silahları, ne cephaneleri, ne de siyasi bir amaçları vardı. Sadece insanlığa yardım niyetleri vardı.

Ancak insanlıktan nasibini almamış, yaşayan bir zümre, dünyanın gözünün içine baka baka saldırıverdi onlara. Ancak bunu tarih sayfalarına kaydetsin ve bilinsin ki, bu saldırı sadece gemideki aktivistlere yönelik bir saldırı değildi.

Ya ne idi?

Dünyanın ahlakına ve uluslararası kamuoyunun vicdanına saldırıydı.

Ya ne idi?

İsrail’in dünya barışı için ne kadar tehlikeli olduğunun kanıtı olan bir saldırı idi. Sonra kaldı ki; saldırı uluslararası kara sularında, bizzati Türk gemilerine yapılmıştı. Türk gemileri ise Türk topraklarıydı. Bu anlamda, bu saldırı bir müdaheleden ziyade, Türkiye’ye karşı bir rest, hatta savaş saldırısı olarak da algılanmalıydı ve öyle de algılandı.

Şimdi sormak lazım!

Bu tip bir saldırıyı, acaba İran, ABD veya İsrail gemilerine yapsa ne olurdu diye?

Sormak lazım!

Bizden bu kadar mı korktuydunuz da silahsız insanlara karşı komando birlikleri indirdiniz diye? 

1’i yakın mesafeden 4 kurşunla şehit ettiğiniz Furkan Doğan’ın elinde silah, üzerinde bomba mı vardı, alnında terörist mi yazıyordu? diye.

Sormak lazım!

Ya asıl bizler ne yapıyoruz diye!

Bu kadar dökülen kana rağmen, İlk kıblemiz şu dakika da bile ağlar iken, hala Coca Cola ve Mc Donalds başta olmak üzere kan emicilerin mallarını daha ne zamana dek tüketeceğiz diye?

Ve bilmek lazım !

Hala İsrail’de, tehlikeli ve terörist bir anlayışa sahip olan hükümetin varolduğunu.

Hep dedik, yine diyoruz!

İsrail laf dinlemez!

İsrail antlaşma yapmaz, yaparsa da çok sürmez!

İsrail sözünde durmaz!

Neden?

Bu onun değişime uğramış inancının gereğidir de ondan.

Aksi halde hiç bir siyasi amacı olmayan, tamamen insani yardım amaçlı; prinç, domates, patlıcan, battaniye, inşaat malzemesi türündeki mevcut yüküyle, mağdurlara ulaşmaya çalışan yardım filosuna helikopterlerle askeri birlik indiren anlayışı hangi beyin nasıl izah edebilir ki.

Hatırlayınız. Ama lütfen unutmayınız. Unutursanız tarih de bir gün sizi unutur.

Çin ordusunun önüne bir dünya barışçısı durduğunda koskoca çin ordusu durmuştu değil mi?

Şimdi bir de İsrail’e bakın.

Dünya barışçısı Amerikalı Rachel Corrie tankın önüne durduğunda tereddüt mü etmişlerdi, yoksa ezip geçmişler miydi? Sizi bilmem ama benim hatırladığım, “Bunu da yapar mı?” dediğim İsrail, şimdiye dek her şeyi yaptı. Zira adamlarda acayip bir büyüklük kompleksi var ve bu kompleks gittikçe aşağılık kompleksine dönüşmekte. Dünya arenasında yalnızlaşıyorlar ve yalnız kaldıkça güvenlik endişeleri de tavan yapıyor. Bunun neticesinde de, tepkileri sertleşmenin ötesinde insanlık dışı oluyor. Aşağılandıkça aşağılanıyorlar.

Hadi bunu yapan insan olsa, deli gömleğini giydirir içeri tıkarsınız öyle değil mi ? Peki işin içindeki bir devletse ?

Ne devlet ama!

Aslında İsrail bir zamamlar sorun yaşadığımız alçak koltuk krizi sonrası dengesi sarsılan ilişkilerin tamiri için, gemilere izin vererek kamuoyunda saygınlık kazanabilirdi, ama yapmadılar.

Neden?

Orada mantığın sınırını zorlayan bir hükümet var da ondan. Evet, mantığın sınırını zorlayan hükümet diyorum çünkü, gemide kimlerin olabileceğini hesap bile etmeden, “El- Kaide bağlantılılardı” deyip çıkıverdiler.

E adama sormazlar mı? O halde gemideklerini farkına varınca acele serbest bırakmak istediğiniz, ABD’nin eski başkanı Ronald Reagen döneminde terörle mücadele birliğinde başkan yardımcısı olan, 81 yaşındaki eski diplomat Edward Peck’te neyin nesi diye.

O da mı? El-Kaide bağlantılı idi.

Artık dünya biliyor sizin bu türden yalanlarınızı ama...

Neyse! Şimdi olayın seyrini biraz çevirelim:

Bu alçak saldırı İskenderun’da verdiğimiz 6 şehitle aynı saat dilimine denk gelmişti hatırladınız mı? Sonra, Türkiye–İran–Brezilya üçlüsünün ittifakıyla imzalanan nükleer imza protokolünü de anımsayalım lütfen!

Nükleer alanda İran’ı köşeye sıkıştırdığını düşünen ABD ve İsrail, Türkiye ve Brezilya çözümü bulunca, “Siz pişmiş aşa nasıl su katarsınız” diyerek hareket etmiş olamazlar mıydı? İran’ı nükleer çalışmalarından vazgeçirip, tek nükleer güç olarak İsrail’in var olması seçeneğini neden düşünüyor olmasınlar ki. 

Yani demem o ki, İran’la savaşı Türkiye üzerinden yapmaya çalışabilirler. Zira, ekonomik, askeri ve siyasi, uluslararası alanda önemli bir hava yakalayan Türkiye’yi, son günlerde dünya diline iyice dolamış durumda. Bizimle yatıp, bizimle kalkıyorlar.

Aman dikkat!

İki taraf arasındaki cam çoktaaan kırıldı ve bu camı artık kimse eski haline getiremez. Kaldı ki o kriz sadece dış kriz değil, içle dışın birbirine girdiği ve tamiri bir daha zor bir krizdi.

Türkiye her ne kadar sıradan bir ülkeden ziyade Birleşmiş Milletlere mensup olsa da; her ne kadar şu günlerde İsrail ile Türkiye arasında barış çanları çalsa da; İsrail Türkiye’ye hep hınç ve intikam doludur ve bu hep böyle kalacaktır. Lütfen o lanet saldırı öncesi gerekli istihbari bilgileri almış olabilecek bir İsrail’i ve gemideki ölenlerin yarısına yakınının Türk olduğunu hatırlayınız. Bu anlamda yapılan barbarlığı elbetteki sineye çekmeyeceğiz ve umutmayacağız ama zaman serin kanlı hareket etme zamanı. Zaman dikkatli adımlar atma ve uyanık olma zamanı. Zira İsrail bir benzeri saldırıyı Haziran 1976’da ABD gemisine karşı da yaparak onlarca insanı öldürüp yaralamış, ABD’de dönemin hükümet başkanı Johnson olayı örtbas etmişti. Ancak bu eylemin mahiyeti diğerlerine asla benzemez. Çünkü muhattabı direk Türkiye Cumhuriyeti’dir. Her ne kadar gelecekte ne olacağı bilinmese de bilinen bir gerçek var. O da: ne Ankara Washington, ne Türkler Amerikalı ne de Erdoğan Johnson’dur. Türkiye o saldırıyı asla unutmadı ve unutmayacaktır.

Uzun lafa hacet yok aslında!

Herşey ayan beyan ortadaydı. Gemilerde uydu bağlantısının kesilerek karartma uygulaması, yaptıklarının kamuoyundan gizlenmesi anlamında her şeyi anlatıyordu. Yani suçu karartma. Allah’tan baskın anında gönüllülerin gizli reji görüntüleri her şeyi göz önüne serdi de, dünya gerçekleri gördüydü. Aksi halde, onların servis ettiği görüntülere bakan dünya, bir kez daha oyuna gelebilirdi.

Hasılı; zulme uğrayanlar ve zalimler var. Biz her şeye rağmen zulme uğrayanlardan olsak da, zalim asla olmayacağız. Ama zulmün karşısında da susmayacağız. Çünkü bizler, “Zülmün karşısında susan sağır ve dilsiz şeytan gibidir” diyen bir Peygamber’e (s.a.v ) tabiyiz.

Ve unutmayalım!

Hak’ka inananlar güce inananlar kadar cesur olmadıkça, sonuç asla değişmeyecektir. Bu manada 31 Mayıs 2010’da Mavi Marmara saldırısında şehit düşen bütün gönüllülerimize 11. yılda bir kez daha Allah’tan rahmet diliyoruz.

Vesselam,