Gaziantep bir göçmen şehridir; bu dün de böyleydi bugün de böyle ve halen de bu durum kesintisiz devam eden bir süreç olarak karşımızda cereyan eden bir hakikattir.

Sıkıntılı coğrafyalardan, barınmak ve normal bir hayat sürmek umuduyla kaçanların ya da göç edenlerin, ekonomik gücü ve tarihinden gelen ortak bir mirasın toprağı olması, kültür ve kimliklerin çokluğuyla, kendine yer bulmanın kolay olduğu bir şehir olarak Gaziantep, biraz da bu göçlerin oluşturduğu ve yükselttiği bir beşik olmuştur.

Gelenler sadece yer bulmamış aynı zamanda birlikte getirdiklerini bu şehrin toprağına katarak bir medeniyetin harcına katkıda bulunmuşlardır. İlim ve kültür alanından tutun, sanat ve edebiyata, meslek ve iş alanlarına varıncaya kadar, elle tutulur ve gözle görülür bir zenginlik böylece inşa edilmiştir.

Zorluğu ve hayatın sıkıntılarını zamanında göğüslemiş insanlar ya da öyle insanların çocukları olan Antepliler; zor zamanlarda onlara sığınan, bir barınak ya da yiyecek arayacak durumda garip olanlar kadar, araçlar dolusu paralarla kendine gelen herkese kucak açmıştır.

Yaşananlardan rahatsız olan ve genellikle kendileri de göçmen kökenli olan, az bir kesim olsa da; çoğunluk bu ev sahipliğini bir onur saymakta ve bir şeref madalyası gibi omuzlarında taşımaktadır.

İşte bu şehrin gerek idarecilerinin sosyal meselelerde sıcak ve samimi yaklaşımları ve devletin geniş bağrını açmaları ile, gerekse hayır sahiplerinin ellerinden gelen bir yana gönüllerinden geldiği kadar, yardım ve destek olmaları sonucu, yüzbinler kendine sıcak bir yuva ve tok bir karınla baş koyacak birer yastık bulabilmişlerdir.

Elbette hala Gaziantep’te acilen yardıma ihtiyacı olan kişi ya da aileler vardır ve olmaya da devam edecektir. Bu dünyanın kanunudur ve gariplerin olduğu kadar, iyi durumda olanların da imtihanıdır. Dünyanın en zengin ve gelişmiş kentlerinin kaldırımlarında binlerce evsiz barksız insanın hayat sürdüğü bir çağda yaşıyoruz. İyi ya da kötü, yaşananlardan etkilenmemek ve steril bir ortamda, hiçbir sıkıntıya bulaşmadan yaşamak için insanlıktan nasibimizin olmaması gerekir.

Resmi sosyal yardımların yıllardır yoğun bir şekilde devam ettiği şehrimizde, devletin madden değil ama belki bürokratik adımlar nedeniyle yetmediği yerlere, bizzat biliyoruz ve şahitlik ediyoruz ki; valilik ve belediyeler gibi kurumların yönlendirmeleriyle zenginler ve sivil toplum kuruluşları büyük bir gayretle el uzatmaktadırlar.

Örnek olarak; merkez ilçe belediyelerimizden özellikle Şahinbey belediyesinin, olur olmaz, aklımıza zor gelecek sebeplerle halka dağıttığı gerek ayni, gerekse maddi yardımın hesabını biz takip etmekten aciz kalıyoruz. Ülkenin en tepe kontrol mekanizmalarının bile takdirle karşıladığı bu gayretin fark edilmemiş olması mümkün değildir.

Bütün bu gayret ve çalışmalara rağmen bir yerde bir garibanın aç ya da açıkta kalması da mümkündür. Bundan dolayı bu devasa çabayı göz ardı etmek gerçekten büyük nankörlük olur.

Gerek resmi kurumlar gerekse sivil toplum kuruluşları, her türlü sıkıntılarında yanlarında olmak için bu ihtiyaç sahiplerini arıyor ve buluyorlar. Bunun en kesin yolu ise, böyle bir duruma düşenlerin nereye müracaat etmesi gerektiği konusunda bilgilendirilmesidir ki, bunu da ancak şahit olanlar, çevresindeki akraba ya da komşuları yapabilirler.

Çoğu zaman zor duruma düşen insan, bir adım mesafede bulunan yardıma uzanmayı bile düşünemeyebilir. O halin sıkıntısını çeken bilir. Eşe, dosta, akrabaya anlatılamayacak hal, bir yabacı gibi görünse de, resmi ya da sivil bir yardım kurumuna anlatılabilir.

Bu sebeple, hele de bu zor zamanlarda; gözümüzün daha bir açık olmasına, çevremizde neler döndüğünü takip etmeye ve durumunun zor olduğunu hissettiğimiz tanıdık tanımadık birine rastladığımızda, onu incitmeden yönlendirmek mümkünse bizzat kendisini yönlendirerek, değilse yardım kuruluşlarına bilgilerini ulaştırıp, el uzatmalarını isteyerek bir derde derman olmaya çalışmaktan daha hayırlı bir iş yoktur.

“Her şeyi devletten beklememek lazım” şeklinde espri yapmak için kullandığımız basit cümle aslında önemli bir hakikate işaret ediyor. Devletin gözünden kaçan garipler olabiliyor. Herhangi bir yardım kuruluşunun ulaşamadığı ihtiyaçlar olabiliyor. İşte tam da bu gibi zamanlarda; toplumun tamamının tek bir canlı gibi hareket etmesine ve her gözün tek bir göz gibi etrafı takip ederek, ihtiyaçları şehrin beynine ve ellerine iletmesi gerekiyor.

Bu noktada, gerekeni yaptıklarını ve ellerinden gelen her yere el uzattıklarını bildiğimiz resmi kurumlarımıza ya da belediyelerimize diyecek pek bir lafımız yok, iş vatandaşa yani bizlere düşüyor.

Her toplum parçası bir insan bedeni gibidir. Bir yanında eksiklikler ve acılar olduğunda diğer yanları da sıkıntılara ortaklık ederek çare aramaya koşar. Başı ağrıyan elleriyle başını ovalar, eli acıyan gözleriyle ona bakar, ayaklarıyla çaresine koşar. Bu aileden başlayarak, akraba ve komşularla genişleyen bir sosyal tedavi içerikli hayat tarzıdır.

Acıyan yanlarımıza dokumaktan ve çare için adım atmaktan geri kalmayalım, zira bu; insan olmamızın ve bu toplumda yaşamamızın sadakası değil gerekliliğidir. Zorda olanların rahat içinde yaşayanlardan bir alacağı vardır. Borcumuzu ifa etmek için peşlerinden koşmaktan başka yol yoktur. Bilirsiniz her alacaklı kapımıza gelmez!