İran’ın Ortadoğu ve özellikle Suriye politikasını anlamak için ilk olarak İran’ı tanımamız gerekir. Ortadoğu’daki en karışık ve incelenmesi zor devletlerden biri olan İran’ı anladığımızda Ortadoğu’da neler olup bittiğine de daha yakından bakabiliriz. Günümüzde hala devam eden Suriye İç Savaş’ın da Türkiye ve diğer büyük güçlerin de Ortadoğu politikalarına ışık tutmak ve anlayabilmek amacıyla da İran önemli bir etken oluşturmaktadır.


Jeopolitik olarak İran’ın kuzeyinde; Hazar Denizi, güneyinde ise Basra ve Umman körfezinin kıyıları bulunmaktadır. Hürmüz Boğazı da elinde olan İran, Ortadoğu’daki en önemli enerji koridorlarındandır. Türkmenistan, Afganistan, Pakistan, Irak, Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan’ın sınır komşusu olan İran, bu jeopolitik konumu ve önemli yer altı ve enerji kaynaklarıyla da dış politikada dengelerini sağlamaya çalışmaktadır.


“İran’la Suriye’nin mezhep temelli ilişkileri aslında çok eskilere dayanmaktadır. 1970 yılında Baas rejimi içinde bir darbeyle iktidara gelen ancak nüfusun dörtte üçü Sünni olan Suriye’de ciddi bir meşruiyet sorunu yaşayan Hafız Esad’a Şii bir din adamı destek olmuştur. 1974’te, On iki İmam Şialığında (Caferilik), Nusayrilere, Şiilik ve İslamiyet dışı bir taife olarak bakılırken, Nusayriliğin, İslami ve Şii bir mezhep olduğu fetvasını vererek bir Nusayri olmasına rağmen Hafız Esad’ın Suriye devlet başkanlığını dini açıdan meşrulaştırmaya çalışan din adamı, Lübnanlı Şii Musa Sadr’dır. (İran’da Nusayriliğin Sünnilikten daha az sapkın bir inanış olarak görüldüğü söylenebilir) Sadr o günlerde İran Şahı’nın muhalifi olup daha sonra Şii bir devrim gerçekleştirecek olan İran’ın bugünkü yöneticileriyle Suriye arasındaki bağlantıyı kuran ilk kişidir.


İran devriminin başlarında uluslararası toplumun Suriye’ye yönelik petrol ambargolarını aşması için Esad rejimine destek olmuştur. Suriye buna karşılık 1979’da Şah rejimi devrildiğinde, İran’ı Sovyetler Birliği ve Pakistan’dan sonra tanıyan 3. ülke olmuştur. Suriye, Arap milliyetçiliğine dayanan Baas Partisi ile yönetilmesine ve Arap milliyetçiliği ile Fars milliyetçiliği arasındaki ideolojik çatışmaya rağmen, İran-Irak savaşında İran’ın yanında yer almıştır. Suriye, Irak’ta etkinliğini arttırıncaya kadar yaklaşık 30 yıl boyunca İran’ı destekleyen tek Arap devleti olmuştur. 2003 yılında ABD’nin müdahalesiyle Irak’ta Saddam rejiminin devrilmesi, Suriye ve İran için ortak bir düşmanın gitmesi ve nüfuz alan

larının arada herhangi bir engel olmadan İran-Irak-Suriye-Lübnan hattında genişletmeleri için altın bir fırsat olmuştur.”
İran-Suriye ittifakı mezhepçilik, ortak amaçlar ve ortak düşmanlardan kaynaklanmaktadır. İran’ın tek bir Suriye politikası vardır o da mevcut statükonun devamı ve ne pahasına olursa olsun Esed iktidarının devamıdır. Bugün Suriye’deki Esed rejimi eğer hala ayakta ise ve halk isyanına karşı direnebiliyorsa bunun temel nedeni İran’dır. İran’ın Suriye politikası Esed’in iktidarda kalmasının çıkarlarına uygun olmasıdır. Çünkü Esed’in iktidardan düşmesi Suriye’nin Sünni çoğunluğun eline geçmesine yol açacak ve bu durum İran’ın güçlü bir müttefikini kaybetmesine yol açacaktır. Bu nedenle Suriye ve Baas rejimi İran için hayati öneme sahiptir. İran’ın İslamcılığı ve İslam devrimini ihraç etme söyleminin de aslında bir kitleleri aldatma söylemi olduğunu İran’ın asıl amacının Pers yayılmacılığı olduğunu ve Pers milli dini haline gelmiş olan Şia’yı korumak olduğunu anlamış olduk.
Devrimci bir söylem ile iktidara gelen İran’ın Suriye’de statükoyu savunmasını bu eksende okumak gerekir. Suriye’nin isyancıların eline geçmesi yani sünni çoğunluğun eline geçmesi İran’ın Ortadoğu’daki konumunu zorlaştıracağı gibi etkisi Lübnan, Filistin ve Ürdün’de de hissedilecektir. İran’ı bölgede izole edeceği gibi Irak’ta da tutunmasını zorlaştıracaktır. Halbuki Irak şu anda İran’ın bir arka bahçesi konumuna gelmiş durumdadır.


İran ile Suriye arasındaki ilişki salt mezhebi eksenden okumak da eksik bir yaklaşım olacaktır. Suriye’nin doğu ve İran’ın da batı blokunda yer alması iki ülkeyi siyasi tercih açısından karşı karşıya getirmiştir. Suriye’deki Hafız Esad rejimi, İran’daki Pehlevi hanedanlığına karış mücadele veren Humeyni hareketine devrimden önce de destek vermesi doğaldır. Zaten devrimden sonra iki devlet arasındaki yakınlaşma, Humeyni ile Esad arasında yakın bir temasın çok önceden kurulmuş olduğunu göstermektedir.
İran – Irak savaşında İran’ı destekleyen tek Arap ülkesi Suriye olması bu nedenle garip karşılanmamalıdır. Ayrıca Suriye Baas Partisi ile Irak Baas Partisi arasındaki düşmanlık ve iki devletin karşıt gruplarda olması da bunda etkili olmuştur. İran, devrim ile birlikte batı paktından doğu paktına bir eksen kayması gerçekleştirmiştir. Suriye, İran’ın Filistin ve Lübnan içişlerine karışmasına buradaki örgütleri yönlendirmesine ve Lübnan’da Hizbullah hareketini örgütlemesine de olanak sağlamıştır. 2006’da İran-Suriye arasında bir Güvenlik Antlaşması imzalanarak ilişkiler stratejik ortaklık seviyesine getirilmiştir.
İran’ın Ortadoğu’da yayılma politikasını salt Şiiliği yayma veya şii hilali oluşturma ekseninde düşünmek, İran’ı ve dünya siyasetini bilmemektir. İran’ın ve hatta Suriye’nin Şii/Nuseyri vurguları tamamen siyasi ve politik bir tercihtir. Yani onlar, siyasi emellerini dini/mezhebi argümanlarla tesis etmektedirler. İran’ın amacı Ortadoğu’da yayılmak iken, Suriye’de Nusayri azınlığı iktidarda tutma gayreti içindedir. İki ülkeyi yakınlaştıran aslında bu ortak payda olmuştur.


İran’ın tarih boyunca en büyük korkusu yabancı işgale uğramaktır. Özellikle son bin yılında kendilerine ait bir devlet kuramadıkları (Safeviler bir Türk hanedanlığıdır) ve hep yabancı güçlerle yönetildiği göz önüne alınırsa bu kaygı da doğrudur. İran, bu nedenle savunma stratejisini düşmanı kendi topraklarının dışında karşılama şeklinde oturmuştur. Suriye, bu anlamda İran’a yönelik yapılacak olan saldırıyı karşıladığı bir cephe ülke konumundadır. Suriye olayları yaşanmasıydı batının tüm öfkesi İran üzerine yoğunlaşmış olacaktı.


İran’ın Suriye politikasının tek bir hedefi vardır, statükonun devamı. Yani Esed ve Nusayri iktidarının devamı. Bunun dışındaki tüm tekliflere kapalıdır. Çünkü Suriye rejimini kendi bekası olarak görmekte, bu rejimin çökmesi durumunda sıranın kendisine geleceğini düşünmektedir. İran’ın bu katı tutumu, sorunu ciddi bir savaşla çözmekten başka bir kapı bırakmamaktadır. Burada Türkiye’nin pozisyonu net değildir, onu da ilgili başlık altında inceleyeceğiz.


İran’ın Suriye’ye askeri yardımı Irak ve Hizbullah üzerinden yapılmaktadır. Ekonomik yardımı da kuklası konumundaki Irak üzerinde gerçekleşmektedir. Irak’ın İran’ın eline geçmesi İran’ı Ortadoğu’nun en güçlü devleti haline getirmiştir. Buna Suriye’nin dahil olması durumunda İran, tüm Ortadoğu’yu ve Türkiye’yi tehdit etmesi demektir. İran için Türkiye potansiyel bir rakip olduğu gibi, Suriye rejiminin devrilmesi ve burada bir Sünni devletin kurulması Suriye’yi Türkiye eksenine yakınlaştıracaktır. Bunu engellemek için İran (aslında tüm Türkiye karşıtlarının da yaptığı gibi) Kürt kartını kullanmaktadır. Türkiye’yi Suriye’den uzaklaştırmak için Türkiye düşmanı bir Kürt devlet tesis etmeye çalışmaktadır ki ilginç olan ABD’nin de aynı düşüncede olması ve bu konuda İran ve hatta Rusya ile aynı şekilde düşünmesidir.
Suriye düşerse İran bölgeden izole edileceği gibi Lübnan, Filistin ve Ortadoğu’dan da uzaklaşmış olur. Aynı zamanda bundan sonraki süreçte saldırıların doğrudan İran’a yönelik yapılması süreci de başlar. Bu nedenle İran için Suriye hayati öneme sahiptir. Başka açıdan, İran’ın savunması Suriye’den başlar.