Efendimizin odasına girer Hz. Ömer (r.a) sessizce.

Oda derken bizim tasavvur edemediğimiz bir oda.

Hayatımızda olmayan bir oda!

Görmedik biz o ve ona benzer odaları hiç.

Ne gezer modern çağın rüzgârına kapılmış biz zavallıların böyle odaları.

Bizim odalar, odadan ziyade eşya deposudur.

Bildiğimiz modern ambarlar yani!

Lüks koltuk takımları, gösteriş için köşeler konulan dolaplar.

Yerde ayıp olmasaydı muhtemelen “lütfen üzerine basmayın” yazsısı yazılacak halılar.

Bilmem kaç inç büyük televizyon.

Pahalı vazolar, vs, vs.

Bir dostum söylemişti, “Eskiden evlerimiz küçüktü ama misafirimiz de bir o kadar çoktu. Şimdi evlerimiz büyük ama içinde hiç misafir yok.”

Batıya özenme ve sonunda batılılaşma serüvenine zevkle kapılma tam olarak bu olsa gerek.

Neyse konumuz bu değildi!

Odaya girer Hz. Ömer radıyallahu anh.

Bir hasırın üzerine uzanmış alemlerin efendisi.

İçerde dünyalık namına hiçbir şey yok.

Bir misafir gibi uyuyor hasırda.

Uyandırıyor Hz. Ömer kendisini.

Uzandığı hasırda vücudunda hasır izi var.

Hıçkıra hıçkıra ağlıyor Hz. Ömer.

Ömer’in hıçkırıklarıyla uykudan uyanıyor alemlerin efendisi.

“Ey Hattab oğlu Ömer, niçin ağlıyorsun?”

Cevap verir Ömer, “Ey Allah’ın elçisi, İranlılar imparatorlarını saraylarda yaşatırken, Bizanslılar Kayserlerini lüks ve ihtişama boğmuşken sen ki Allah'ın Elçisisin ve altına sereceğin bir sergin bile yok.”

İşte dünya ve ahireti anlatacak o cevabı veriyor yegane önderimiz Hz Muhammed aleyhisselam, "İstemez misin Yâ Ömer? Dünya onların, âhiret bizim olsun..!

Bu cevap tüm zamanlar için bir yaşam felsefesidir biz Müslümanlara.

Öyle bakacağız bu geçici dünyaya.

Dünya onların olsun, ahiret bizim.