Hayatı boyunca azgın dalgalar arasında kah o yana kah bu yana savrulan insan ben gemisine binerek bir adaya demir atmak ümidiyle enginlere açılır, her seferinde buldum yanılgısına düşer ama bulduğu şey hiç bir zaman olmak istediği şey değildir.  Her şeyin başının kaos ve yok etmek olduğu bu dünyada ancak "yok etme" kendisini yok ettiğinde  varlık anlam bulur. .

Sürekli güç arayışında olan insan, kendi kendisni  aldatan fakat aynı zamanda güç arayışının hükmü altına girmiş bir varlıktır. İnsan maddi dünyaya egemen olmaya başladığından beri dünya nizamının kurucusu yüce Allah'a karşı savaş açarak dünyayı Allah'sız bir yere dönüştürmeye çalışıyor. Allah'la irtibatını koparmış insanlık alacakaranlık bir dünyada her türlü gayri insani yöntemlerle güya insanlığa hikmet arayışında.

Tarihin her döneminde tezahür eden  saldırganlık dürtülerine karşı  vicdan da  denetim mekanizmasını sürekli devreye koymuş ama güçlülerin yaptıkları yanlarına kâr kalmıştır. Modern insandaki  hiçlik duygusunun altında yatan en önemli etkenlerden birisi kutsallıktan kaçması, çevresine(insanlar, hayvanlar, doğa) gereken ciddiyette değer  vermemesinden kaynaklanır.

Hedonist akıntıya kapılan insan  vermeyi paylaşmayı bir türlü benimseyememiş ve önü alınmaz narsist hastalıklara kapılmıştır. Alt kişiliğin terk edilmesindeki en büyük engel bir üst katın manevi varlığını bilememektir. Bütün korku, rol giderse boşluğa düşerim korkusudur. Düşünsel ikilik kaosa doğru çıkmaz bir yolculuktur. Oluşan her ikilik bastırma, bilinçdışına atma, yansıtma gibi süreçleri de beraberinde getirir. Tevhide en yakın olan, karanlık bir gecede kusursuz bir mehtabı andıran aydınlığa yol almaktadır.

Tevhid bilincinden koptuktan sonra ben-o ayrımı yaparak mekanlar oluşturuldu. Denizden ayrı düşen damlanın bulunduğu yer ise varoluş yeridir. Karşılıksız sevgiyle eğitmek, öğretmek bizim vazifemiz olmalı. Kendi kendini yok etme sürecine girmiş insanlığın kurtulması için zamana karşı bir yarış içerisindeyiz.

Belki de doğudan gelen güneş ışınları, insanlık ağacının batı yakasındaki donmuş dallara tekrardan can verir de insanlığın bahçesinde gelecek ilk baharlarda umutla çiçekler açar. İnsanın içindeki olumsuz duygular kelebeğin mum ışığına değip yanışı gibi anında yok olur, yerlerini daha önceleri varlıklarını bile tahayyül edemediğimiz yepyeni saf duygular alır. İnsan karamsar ve ümitsiz bir kişilik rolü benimsediğinde dünya insana olumsuz, çirkin ve tehlikeli gibi görünür.

Fakat o rolü terkedip dünya sahnesinde önemli ve beğenilen bir rol üstlenildiğinde bu kez dünya insana güzel, anlamlı ve güven verici gelir. Perdeler kalkar ve insan, içinde var olduğu dünyaya kendisini çok daha yakın hisseder. Bu dolaysız görüş, duyuş ve hissediş mutluluk, coşku ve hürriyet duygularını da beraberinde getirir.

Tevazu gibi görünen bütün davranışların altında gizli bir  gurur vardır. Diğer insanlara göre ayrıcalıklı bir varlık olma hissi, insan olma vasfını kötüye kullanmaktır. Kötücül, nefse hoş gelen, alışılmış güncel rolleri ve bu rollere tekabül eden duyguları usulca terk eder bir dahaki yeni bir kimlik ötesi kimlik oluşana kadar. Bu kimlik serüveni sevginin en ulvi yönleri olan muhabbet, merhamet, huşu, neşe, güven, ümit ve coşku ile tamamlanan birlik duygularıdır.

İnsan şunu da çok iyi bilmektedir ki her tökezlediğinde onu yeniden yürüten destek olan bir elin mutlakavar olduğuna inanmasıdır. Adil görüş ve doğru hüküm, insanın kendi nefsini bilmesiyle başlar. İnsanın nefs sağlığı açısından değil, çevre açısından da hayati bir önemi vardır. Kişi bu sayede kendisini sevmeyi ve dünya ile barışık olmayı öğrenir. Geriye dönüp baktığımızda gülümseyen ebeveynlerimiz, yakınlarımız ve onların bebeklikleri vardır. Geriye doğru akıp giden bir insan seli adeta. Muhteşem devirler, ihtişamlı savaşan ordular hepsi tarih oldu ve unutuldu. İşte bu yüzden insanın asli değerlerini yaşaması bir lüks değil varoluşsal bir gerekliliktir.