Dünya hayatının bir imtihanlar bütünü olduğunda şüphemiz yok. Herkes için ayrı da olsa mutlaka sınırlarını zorlayan, kişilik ve iman kalitesini test eden imtihanlar, bu dünyanın ayrılmaz birer parçasıdırlar.

İyilikler ve kötülükler, varlıklar ya da yokluklar silsilesinde devam eden imtihanların arasından herhangi birini seçip öne çıkarmak yani daha ağırdır, zordur demek tamamen kişisel bir yaklaşım olur. Zira birine zor gelen diğerine kolay gelebilir.

Fakat bütün musibetlerin ortak yanı, bir şeylerin eksilmesi yani yokluğudur.

Yalnızlık bir musibettir, muhabbetin yokluğundan olur.

Küfür bir musibettir, imanın yokluğundan olur.

Fakirlik bir musibettir, malın yokluğundan olur.

Böyle devam eden yoklukların arasında neslin kesilmesi de sayılmalıdır. İstediği halde evladı olmayan için bu oldukça ağır bir imtihandır.

Hasılı kelam, varlığı nimet olan her şeyin yokluğu imtihandır.

Bu verilenlerin imtihan olmadığı anlamına gelmez elbette. Bazen varlığı ile imtihan olunup kaybettiğimiz de bir vakıadır.

Bütün bunların arasında, bizzat imtihanın temel şekli olarak Bakara Suresi 155. ayette zikredilen eksiltme ya da yokluk, daha tanıdık tabirle, yoksulluk öne çıkıyor.

Bunun maddi boyutuna fakirlik diyoruz, tercümesi yine yoksulluk oluyor, yokluk oluyor.

Aklın veya imanın fakirliğinin ne dehşet verici bir yokluk olduğunu ve aslında madden yokluk çekmenin de onlara eş değer olduğunu, günümüz şartlarında daha bir anlamaya başladık.

Bütün dünyaya saran ve zenginlerin daha zengin, fakirlerin daha fakir olma yolunda ilerlediği, adı henüz konulmamış bir dönemden geçiyoruz.

Evrensel analizler ya da zor zamanlarda inanılarak teselli olunan komplo teorilerinden bahsedecek değilim. Büyük laflar etmenin, büyük teoriler ortaya atmanın bizim mütevazi köşelerimizde pek yeri de yok zaten.

Hem yeterince konuşan ve her şeyi bilen, anlayan, sırları çözen, bütün komploları açığa çıkaran, küresel haydutların melanetlerini ifşa eden yeterince insan var.

Ne dediğimizden çok ne yaşadığımız önemli!

Hangi sırrı çözersek çözelim, bu durum yükselen ekmek fiyatlarını düşürmüyor, insanların yokluğuna bir çare olmuyor.

Olayların çıkış noktasını ve faillerini bulmanın sonucu değiştirmediğini görmemiz gerekiyor. Tıpkı korona denen virüsün kimin tarafından nerede ve nasıl ortaya çıkarıldığını ya da doğal bir süreç olduğunu düşünmemizin bizi bu mikroba karşı koruyamadığı gibi.

Dış ya da iç, hangi mihrak ne ediyorsa ediyor ama sonuçta olan gariplere oluyor.

Öyleyse, kafa yormamızın daha hayırlı olacağı husus, bu etkiyi nasıl azaltırız olsa nasıl olur?

Gelecek günlerin ne getireceğini yalnız Allah bilir. Belki bir büyük savaş, belki bir büyük ekonomik kriz, belki de bir sükûnet ve huzur ortamı…

Önemli olan bizim neye ve ne kadar hazır olduğumuzdur.

Yokluğun, yoksunluğun ve yoksulluğun imtihanı, hangi kelimeyi kullanırsak kullanalım ve konu ne olursa olsun ağırdır, zordur. Zor işlerde yardımlaşmak esastır. Kafa çevirip gitmek erdemli insanların işi değildir.

Bereketli zamanlardayız ve hızla Ramazan ayının mukaddes iklimine doğru ilerliyoruz. Uyanık olmamız ve imkanlarımızı ahiret yurdu için yatırıma dönüştürmek en akıllı tercih olacaktır.

Akrabalarımızdan başlayarak, yakın çevremizi taramak ve sıkıntısı olanların derdine derman olacak adımları atmanın tam zamanıdır.