Osman (ra) devlet idaresini devraldığı zaman İslam fetihleri hızlı bir şekilde devam ediyordu. Hz. Ömer (ra) devrinde Suriye, Filistin, Mısır ve İran, İslam topraklarına katılmıştı. Hz. Ömer’in (ra) güçlü idaresi, fethedilen bölgelerde otorite ve düzenin sağlam bir şekilde yerleşmesini sağlamıştı.

Hz. Osman (ra), İslam tebliğinin girmiş olduğu yayılma sürecini, aynı hızla devam ettirmeye çalıştı. O, Ermenistan, Kuzey Afrika ve Kıbrıs’ı fethetmiş, İran’daki ayaklanmaları bastırarak merkezî yönetimin nüfuzunu yeniden tesis etmiştir. Hz. Osman (ra), hilâfeti devraldığı zaman idari kadrolarda yavaş yavaş bazı değişiklikler yapma yoluna gitti. Ancak, Ömer’in (ra) vasiyetine uyarak, bir sene müddetle onun valilerini yerlerinde bıraktı. İlk önce Küfe valisi Muğire b. Şu'be'yi azlederek yerine Sa'd b. Ebi Vakkas'ı atadı. Sa'd (ra) Osman’ın (ra) yönetime geçtikten sonra atadığı ilk validir. (İbn-ul-Esir el-Kamil fî't-Tarih, Beyrut 1979, III, 79)

Derler ibretler:

  • Ashabı kiramın tek derdi, daha çok insanın İslam’la buluşturulmasıydı.

Amirinden memuruna, halifesinden çobanına, kadınından erkeğine her fert, bu azim ve sebatla dopdoluydu. Zira onların her birinin işi, mesleği ne olursa olsun, önce birer İslam davetçisi idiler. Onlar için hayat; iman, amel ve cihattan ibaretti. Meşhur tabirle onlar: “Yemek için yaşayan değil, yaşamak için yiyenlerdi.”

  • Cihad ve fetihler, İslami davanın enerjisi ve hayat damarıdır.

Fetihlerin altyapısını oluşturan, davet, tebliğ ve cihad, kıyamete kadar devam edecek olan bir farizadır. Resulullah (sav) Efendimizin Buhari, Müslim ve diğerlerinde geçen ve Müslim'e ait olan lafızda Cabir'den (ra) rivayet edilen şu buyruğu, bu konudaki onlarca delilden sadece biridir. "Ümmetimden bir grup/taife hak üzere savaşmaya ve üstün gelmeye devam edecektir." Buhari'nin lafzında ise şu ek vardır: "Onları terk edenler ve onlara karşı çıkanlar, onlara bir zarar veremeyecektir" Ne ki, aynı konuda yüzlerce ayetten bir kısmı da cihadın sürekliliğine işaret eder. "Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! Eğer (küfürlerine) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür." (Enfal, 8/39)

  • Dava ve devletin devamı için, adalet, dirlik, düzen ve istikrar, hayati önemdedir.

Devri saadet ve Hz. Osman’ın (ra) hilafetinin son anlarındaki istikrar, bunun apaçık örneğidir. Hz. Ali (ra) ve sonrasındaki devrelerde çıkan çalkantıların ümmete faturasının ağırlığı malumdur. Şu kısa ömrümüzde İslam coğrafyasının çok azında elde kalan Anadolu’da yaşadıklarımız da bunun delilleriyle doludur. Esasen bu durum tüm insanlık tarihi için de geçerlidir. Adaletli ve istikrarlı yönetimler huzur, güven ve refahın beşiği olurken, adaletsiz ve istikrarsız olanlar da insanlığın felaket ve kabusları olmuşlardır. Fasık da olsa İslam idarecisine tahammül edip azletmeme yönünde görüş bildiren alimler, bu konuya binaen böyle içtihad etmişlerdir.

  • Toplum ve ümmetin huzur, güven ve istikrarı, devletin gücü ve otoritenin sağlamlığıyla orantılıdır.

“Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” sözü, bu manada çok şey anlatmaktadır. Halen, Filistin, Afganistan, Irak, Suriye, Yemen, Libya, Sudan ve birçok Afrika ülkelerindeki otorite boşluğunun, oluşturduğu felaketler malumdur. Esasen ümmet parçalanalı beri, tüm ümmet coğrafyası, bir otorite boşluğu cenderesindedir. Bir asır önce ümmeti 55-60 parçaya bölen düşmanlar, Hilafeti yıkmadan durmamışlardır. Çünkü düşman çok iyi biliyordu ki, hilafetin boşluğunu, başka herhangi beşeri bir otoriteyle doldurmak mümkün değildir. İşte çobansız sürü misali iki milyarlık ümmetin içler acısı hali… varlık içinde yokluk, onca yerüstü ve yeraltı zenginliklerine rağmen, açlık ve susuzluktan ölen; kadın, çocuk ve genç kalabalıklar… kısacası, ümmetin merkez otoritesi olan hilafetin çökmesiyle çöktük. Yeniden ayağa kalmamız da aynı otoritenin yeniden ayağa kaldırılmasıyla mümkün olacaktır.

Bu otoritenin sağlanmasında da itaat çok önemlidir. Resulullah (sav) itaatin önemini vurgulayan birçok hadisinden ikisinde şöyle buyurur: "Eğer üzerinize Habeşî ve burnu kulağı kesik bir köle, emir tayin edilse, sizi Allah'ın Kitabı ile sevk ve idare ettiği sürece, onun emirlerini dinleyiniz ve itaat ediniz." (İbn Mâce, Cihad, 39; Buhârî, Ahkâm, 4) "Kim bana itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Kim de bana isyan ederse Allah'a isyan etmiş olur. Kim benim emîrime itaat ederse bana itaat etmiş olur. Emîrime isyan edense, bana isyan etmiş olur." (Buhârî, Ahkâm 1; Müslim, İmâre 33; Nesâî, Bey’at 26; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, V/64-65)

  • Bir yerde hayat varsa, orada sorunlarda olacaktır. Önemli olan, sorunları vaktinde görüp tedbir almaktır.

Bu fani alemde hiç sorunun olmadığı yer, sadece mezarlıklardır. Çünkü orada herkes mevta olup birbirleriyle didişecek durumda değildir. Önemli olan, çıkan sorunların çözümünde seri ve hikmetli bir şekilde müdahale etmektir. Osman (ra) döneminde çıkan sorunlar, hikmetle ve zamanında çözülmüştür. Ama bugünün Mısır’ı vb. tüm İslam ülkeleri, sorun çözecek ve ümmetin dertlerine derman olacak adaletli bir otoriteden yoksundur.

  • İdari kadroların seçimi ve değiştirilmesinde gayet hikmetli ve sabırlı davranmalıdır.

Acil durumlar müstesna, bu konuda genel olarak ihtiyat ve teenniyle davranmak ve acele etmemek esastır. Hz. Osman’ın (ra) tüm teenni ve titizliğine rağmen, Mısır gibi sorun yaşanan bölgeler olmuştur. Bir de bizim koalisyon dönemlerindeki hükümet değişiklikleri ve beraberinde baştan aşağı yaşanan idareci değişikliklerini düşünelim. Bir asırdır iki yakamızın bir araya gelmemesi ondandır. 15 Temmuz sonrası yakalanan kısmi istikrarı bozmak için, içeriden ve dışarıdan yapılan; siyasi, ekonomik, askeri vs. saldırılar boşuna değildir. Çünkü ümmetin bir kalesi dahi zapt edilmeyip ayağa kalkarsa, ümmeti de ayağa kaldıracağını düşman iyi biliyor. Ancak korktukları bu gerçek, eninde sonunda gerçekleşecektir.

  • Devletin dirlik düzeni için, selef ve halef yöneticilerinin dayanışması önemlidir.

Bir önceki yöneticilerin, bilgi, tecrübe ve idari verilerini, kendilerinden sonrakileri aktarması gerekir. Gereğinde, uyarıcı vasiyetlerde de bulunmalıdırlar. Halef idarecilerin de öncekilerin aktardıkları vasiyet ve verileri titizlikle değerlendirip takip etmeleri bir o kadar önemlidir. Meşhur tabirle, “Mahkeme kadıya mülk değildir.” İslam’da devlet, tüm kurumları ve varlıklarıyla kamuya ait olup ilahi hukuk içerisinde değerlendirilir. Dolayısıyla idarecilerin şahsi zaaf ve ihtirasları, devletin sürekliliğine gölge olmamalıdır. Subheneke... Bihamdike... Esteğfiruke...