Hz. Osman (ra), Hicri yirmi yedinci yılda Mısır Valisi Amr b. el-As'ı azlederek yerine Abdullah İbn Sa'd b. Ebi Serh'i getirdi. O, Kuzey Afrika’nın fethinin tamamlanması düşüncesindeydi. Bunun için Osman (ra), Ashabın ileri gelenleriyle istişare ettikten sonra, ona izin verdi ve içinde çok sayıda sahabenin de bulunduğu bir orduyu takviye olarak ona gönderdi (H. i. Hasan, a.g.e., I, 265). Abdullah b. Nafi b. Abdulkays ve Abdullah b. Nafi b. Husayn komutasındaki kuvvetler, İbn Ebi Serh ile birleşerek Mısır’dan batıya doğru harekete geçtiler. Trablus'tan Tanca'ya kadar olan bölgenin hakimi ve Bizans imparatorunun valisi, İslam ordusunun topraklarına doğru ilerlediği haberini alınca, yirmi bini süvari olmak üzere, yüz bin kişilik bir ordu hazırlayarak tedbirler aldı. Krallık merkezi olan Subaytala'ya yirmi dört saatlik bir mesafede, iki ordu karşı karşıya geldi. İbn Ebi Serh'in, “Müslüman olmak” veya “cizye vermeyi kabul etmek” teklifi reddedilince, çatışma başladı.

Bu arada, İslam ordusunun Medine ile olan haberleşmesi kesilmişti. Hz. Osman bağlantı kurabilmek için Abdullah İbn Zübeyr'i bir askeri birlikle Afrika'ya gönderdi. Günlerce süren savaş, Abdullah İbn Zübeyr'in önerdiği taktikle kısa zamanda büyük bir zaferle sonuçlandı. Müslümanların eline geçen ganimet oldukça büyüktü. Süvarilere üçer bin dinar ve yayalara ise biner dinar hisse düşmüştü (İbn-ul Esir, a.g.e., III, 88-90; H. i. Hasen, a.g.e., I, 265-266).

Dersler ibretler:

  • Teb’a, ümmet ve İslam’ın maslahatı için, gereğinde bürokratlar değiştirilir. Bu tüm toplum ve devletlerde geçerli bir kuraldır.

Zira zirveden en aşağıya kadar, her idarecilik, çok ağır bir emanettir. Emanete sahip çıkıp korumak, İslam’ın olmazsa olmaz bir emridir. Nitekim bu hususta Yüce Allah (cc) şöyle buyurmaktadır: “Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi; (bununla beraber onun hakkını tam yerine getiremedi). Çünkü o çok zalim ve çok cahildir.” (Ahzâb, 33/72). “Gerçekten Allah, size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hüküm vermenizi emreder. Hakikaten Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphe yok ki Allah, hükümlerinizi hakkıyla işiten, emanete ait işlerinizi hakkıyla görendir.” (Nisa 4/58)

Efendimiz (sav) de bu konuda şöyle buyurur: “Müslümanların bir işine bakan kimse, o işi daha iyi yapacak biri varken bir başkasına verirse Allah’a, Resulüne ve mü’minlere hıyanet etmiş olur.” (Kasımî, 5: 1334) Hz. Ömer de “Müslümanların başında bulunan kişi, dostluk veya akrabalık hatırına bir adamı bir işin başına getirirse Allah’a, Resulüne ve Müslümanlara hıyanet etmiş olur.” demiştir. (Kasımî, 5: 1334) Peygamber Efendimize soruldu: “Ey Allah’ın Peygamberi! Kıyamet ne zaman kopacak?” Efendimiz bu soruya şu cevabı vermiştir: “İş, ehli olmayan kişilere verilince kıyameti bekle, kıyametin kopması pek yakındır.” (Buharî, İlim, 2)

  • Fetihlerin devamı için, liyakatli komutanlar kadar, liyakatli bürokratlara da ihtiyaç vardır.

Devri saadet ve Hulefa-i Raşidîn dönemindeki; huzurun, bereketin ve güvenin sırrı, Resulullah (sav) ve ashabının (Rıdvanullahi aleyhim ecmeîn) bu konudaki hassasiyetidir. İki kişi, Hz. Peygamber’e gelip kendilerini emir tayin etmelerini rica ettiler. Allah’ın Elçisi: “Biz, işimizi isteyene ve makam düşkününe vermeyiz.” buyurdu. (Buharî, Ahkâm, 1) Hz. Peygamber, (sav) kendisinden valilik isteyen Ebu Zerr Gıfarî’ye de şöyle demiştir: “Ebu Zerr, sen zayıfsın, o makam bir emanettir. Sonu da kıyamet gününde bir perişanlık ve pişmanlıktır. Yalnız hak ederek alan ve üzerine düşeni de yerine getiren müstesnadır.” (Müslim, İmaret, 16) Yine amcası Hz. Abbas (ra) bir yere vali olarak görevlendirilmesini talep ettiğinde, Hz. Peygamber, ona: Bu işin çok mesuliyetli olduğunu hatırlatarak vazgeçmesini söylemiştir.

  • Önemine binaen, istişare vurgusunu tekrarlayalım.

Burada da yine bir istişare hatırlatması görüyoruz. Kaldı ki, “Onlar, Rablerinin davetini kabul ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. Onların işleri de kendi aralarında bir istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan onlar Allah yolunda harcarlar.” ayeti gereği, her işlerinde istişare ederlerdi. Sadece devlet değil, herhangi örgütlü bir yapının sağlıklı bir şekilde işlemesi, istişarenin hakkını vermekle olabilir. Başka bir deyimle, bir devlet, şirket, cemaat, hatta bir aile; istişareye ne kadar önem verirse, o kadar huzurlu, bereketli ve güvenle yoluna devam eder. Bu konuya değişik vesilelerle daha önce değinmiştik.

  • İslam cihadının gayesi, öldürmek değil, diriltmektir.

İşgal edip zelil etmek değil, izzete ve ebedi saadete kavuşturmaktır. Şirkten tevhide, kullara kulluktan malik-ul mülk olan Allah'ın (cc) kulluğuna kavuşturmaktır. Dünya ve dünyalıkların köleliğinden, Zatı Zülcelalin kulluğuna yüceltmektir. Dolayısıyla İslam cihadı, barbar, vahşi ve zalim emperyalistlerin kirli savaşlarıyla kıyaslanmamalı ve karıştırılmamalıdır.

  • Sahabeler dip imkanlarla zirve başarılar elde ettiler. Bugün biz iki milyarlık ümmet, zirve imkanlara başarısızlıklarda dibe vurmaktayız.

Çünkü onlar, maddeden çok manaya önem veriyorlardı. Dünyadan çok ahireti, ilahi rızayı hedefliyorlardı. Onlar tebliğden çok daha önce, temsile önem veriyorlardı. Yani onlar İslam’ı öyle güzel yaşayıp örnek oluyorlardı ki, onlara bakan herkes, onlarda net ve berrak bir şekilde Kur'an ve Sünneti görüyorlardı. Peki bugün dışarıdan bize bakanlar ne görür acaba? Biz İslam’ı net ve berrak olarak yansıtan bir ayna mıyız, yoksa bizim kir ve paslarımız, İslam’ın manzarasını lekeleyip karartır mı? Subheneke... Bihamdike... Esteğfiruke...