Hayatın normal akışı içinde, farklı konumlarında yaşayan bizlerin her birimizin standart vazifelerini ifa etmek gibi bir rutin sorumluluğumuz vardır. Bundan kaçış yoktur.

Kendimizden başlayarak, ailemize ve yakın çevremizden başlayarak, bir şekilde bir yerinde yer aldığımız toplumun her kademesinde bizden beklenenler olur. Yetişkin ve aklı başında her birey de bu konumunun gereklerini yerine getirir ve diğerlerinin hayatını kolaylaştırır.

Aksi durumlarda ise; aksayan motor parçası, kırılan dişli gibi akışı bozan hatta arızaya sebep olanlar da tamir edilir, sistem dışına çıkarılır. Hiçbir usta değiştirdiği bozuk parçayı makinanın içinde bırakmaz, acemiler hariç, onlar yapabilir.

Bazı görev ve sorumluluklar bilinçli olarak seçilirler veya kişi bunlara bizzat kendisi talip olur ve elde eder. Bu da yükün ağırlığını artıran bir durumdur. Öyle ya, “kendin istedin madem, buyur yap” denir. Başarısızlık durumunda da en çok mahcup olunan ve kınanan yer orasıdır.

Belediyecilik herhalde yapmak için çok talep olan ve fakat başarısızlık oranı da oldukça yüksek bir vazifedir. Bir açıdan da nankör bir yoldur.

Siz büyük imkanlar harcayarak kilometrelerce uzanan muhteşem yollar yaparsınız, ya bir imalat hatası ya da bir don sebebiyle oluşacak yarım metre çapında bir çukur, bütün yolu siler insanların gözünden ve herkes o çukurdan bahseder.

Hele bir de, öngörüsüzlük, ekip kapasitesi veya kasıtlı çelmelerle tökezlemeye başladıysanız, en fazla bir sonraki seçimde gitmeniz mutlak gibidir.

Politik hesapları ve güç dengelerini iyi yöneterek seçim kazanmak, belki ülke çapında işe yarar bir taktik gibi görünse de, yerelde hizmet temelli ve aksaklıkların yön verdiği bir tercih söz konusu olur.

Özellikle Anadolu topraklarında yaklaşık bin yıldır, etkili meyil ve ağırlıklı tercih, öyle ya da böyle, Müslümanlık temellidir. Bugün gelinen noktanın nasıl oluştuğunu hatırlamak bile bunu anlamaya yeterlidir.

Tarihi ve güncel gerçekler ortada dururken, hassasiyetlerin belirlenmesinde ve terazinin dengesinin sağlanmasında, hangi kefeye neyin ne kadar konulması gerektiğini doğru tespit etmek politikacıların geleceğini belirleyen hususlardır.

Özellikle ferdi beklentileri ve ikbal hevesleri olmayan ve bugünün tabiriyle sivil toplum kuruluşu denilen yapılarda gönüllü olarak yer alan ve toplumun hayır ve menfaati için gayret edenlerin taleplerinin dikkate alınması için illa başlarda bir sopa dolaşmasına gerek olmamalı.

Hele politikacıların, kendilerine gelecek olası taleplerin önünü almak için, muhaliflerine sızdırmalar yoluyla, hayırların önünü kesmeye çalışmaları, açık ve net bir “kendi topuğuna sıkma” girişimi olur.

Zorla güzelliğin olmayacağını tespit eden atalar, üstüne bir de “zorla yenen aş, ya karın ağrıtır ya baş” derken herhalde bu gibi durumları kast etmiş olabilirler.

İçinden gelerek ve isteyerek bu toprakların Müslüman halklarına hizmet götürme hedefinde olanlara bir sözümüz yok. Onların yedikleri ekmek ve aş, ne karın ağrıtır ne de baş…

Neticede ölüm var!

Ve gerçekten sayın yetkililer ve makam sahipleri, o koltuklar geçici, emin olabilirsiniz. Hiçbir sözümüzün ispatı yoksa, sizce makbul değilse bile bundan kaçış yok, biliyorsunuz.

Ölecek ve hesap vereceksiniz, vereceğiz!