Buhara şehrini bilmeyenimiz yoktur!

Hani şu zengin kültür mirası ve yetiştirdiği âlimleriyle meşhur şehir!

İşte İslam dünyasının sayısız düşünür, edebiyatçı, şair, matematikçi ve bilim adamları o Buhara da yetişmişti.

Elbette onca kütüphane, saray, medrese, cami, mescid, han ve hamamının olduğu Buhara’da böyle olması da normaldir.

Bir başka deyimle öyle bir şehirde böyle alimler yetişir.

Şahsen ben coğrafyaların, iklimlerin insanlar üzerine etkileri kadar şehirlerin fiziki yapılarının da etkili olduğuna inanırım.

Şehirlerin mimari yapısı, insanlara ruhsal açıdan büyük etki yapar.

Başka bir tabirle, şehirlerin fiziki ruhu orada yaşayan insanlara yansır ve manevi bakımdan onları etkiler, onlara şekil verir.

Mimari dokuya sahip olmayan şehirlerde, köklü bir kültür beklemek mümkün değildir.

Üzülerek belirtmek isterim ki içinde yaşadığımız ve kendimizden bir parça olarak kabul ettiğimiz şehirlerimizin sadece ruhu değil, kalbi de yok!

Yeri gelmişken sorayım ben size Gaziantep’in kalbi nerde!

Ya da Kilis’in, Osmaniye’nin, Kahramanmaraş’ın!

Gelecekle ilgili bir toplumu manevi açıdan besleyecek bir kalbi olmayan bir şehirde nasıl yaşar insan!

Hiçbir mimari ve estetiği olmayan, sadece beton duvarlarla yükselen ve büyüyen şehirlerde, ruh ve maneviyatı bulmaya çalışmak beyhude bir çabadır.

Bu tür şehirlerde, insanlar attıkları her adımda sadece madde ile yüz yüze kalırlar!

Oysa ben ruhu olan bir şehirde yaşamayı çok isterim.

Hatta ruhla beraber kalbi, gönlü, akciğeri, beyni olan bir şehirde!

Ziya Paşa’nın  “Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm / Dolaştım mülk-i İslâm’ı bütün virâneler gördüm” beytini her okuduğumda, kendi öz değerlerimizden giderek ve hızla uzaklaştığımıza bir daha bir daha kanaat getiriyorum.

Şimdi diyeceksiniz tüm bunları niye anlattın?

Elbette içinde yaşadığım ve kendimden bir parça olan Gaziantep için anlattım.

Çünkü “Bu şehir Benim!”

Ancak ne yazık ki bu şehrin geleceği yok!

Bunu çok iddialı bir söz olarak görebilirsiniz ama maalesef böyle!

Hala devasa beton blokların kalktığı, cadde ve sokaklarının ruhsuz bir hal aldığı manevi iklimden uzak bir şehir inşa edilmeye devam ediliyor.

Peki, buna artık bir dur dememiz gerekmez mi?

Başta Şehrül-Emin olmak üzere, tüm STK’ların, derneklerin,  odaların, mimar ve mühendislerin, kısacası  “Bu şehir Benim!” diyenlerin geleceğin Şehri Gaziantep’i kurmak yada "Şehr-i Ayıntab-ı Cihan"ı kurtarmak için kollarını sıvaması gerekmez mi?