<p>Bu kelimeyi ne zaman duysam büyük bir meseleden, önemli bir konudan bahsedildiği fikri zihnime doluşur. Konuşan bu kelimeyi kullandığında milyonlarca insanı , o insanların oluşturduğu toplumu ve yaşadıkları mekanı da kapsayan bir şeyi kastediyor diyerek düşünmüşümdür.</p><p>Gerçektende medeniyet başlı başına bir kitap, bir büyük algı olarak görülmesi gereken bir kavram. Yaşama biçiminizden, konuşma biçiminize, ilişkilerinize, yaşadığınız mekanlara sirayet eden bir olgu. Hasılı duydukça adeta hayatı tazeleyen bir kavram gibi Medeniyet.</p><p>Gelin görün ki , modernliğin kıskacında, kapitalizmin salıncağında , ne yana gittiğini bilemeyen bizler , sıklıkla bu kelimeyi kullanıyor olsak da , içini dolduramadan gereğini yapamadan seyrediyoruz olan biteni.</p><p>Elbette maksadım bir kavramı kutsallaştırıp ona göre bir ritüel belirlemek değil haşa . Ancak inancımızın ve o inancın bizi yönlendirdiği davranış biçimlerinin, yüzyıllar boyunca o inanç dairesinde bulunarak yaşanmış tecrübelerin ortaya çıkardığı birşeyler olmalı. İşte medeniyet derken kastettiğim biraz da bu !</p><p>Örneğin İranlı bir devlet adamı zamanında ' Biz nükleer silah yapamayız. Çünkü İnsanları toplu halde bu şekilde öldürmek kesinlikle yapabileeceğimiz birşey değildir' manasında sözler söylemişti. Çünkü bir insanı öldürmekle onu diriltmek hayata kazandırmak arasındaki farkı Allah   açıkça belirtmişti bize !  İnsana bakışımızı ortaya koyan medeniyet algısı böyle birşeydi.</p><p> </p><p>Savaşırken kimlere dokunup kimlere dokunamayacağımız belirtilmişti elbet. Öyle olduğu için kadına, çocuğa  el kalkmaz sözü dilimize yerleşmiştir. Gündelik hayatın içine kadar girmiştir. Acizlik olarak algılanır hatta böyle bir davranış.</p><p>Yine yoksula yardım ederken gösterişten uzak olunması istenir. Sağ elin verdiğini sol elin bilmemesi. Açıktan yapılan yardımda da işin gösterişe dönüşmemesi istenir. Bırakın yoksulu birbirimizin işlerine yardımcı olurken bile uyguladığımız kurallar buradan esinlenmiştir. İşte bu medeniyetimiz derken kastettiğimiz başka bir olgudur belki.</p><p>Gelelim şehirlere yaşadığımız mekanlara...Belki de medeniyetimiz dendiğinde artık en çok içimizi acıtan taraflara... Mahremiyeti alabildiğine gözeten ve insanı topraktan ağaçtan uzak tutmayan anlayışın yerini alan apartman ve gökdelen merakının bize neler ettiğini henüz çözebilmiş değiliz.</p><p>Bunca psikolojik sorunlu ve gergin insanın sebebinin tek başına olmasa bile yüksek binalar ve dikdörtgen yapılar olduğunu söylemek çok yanlış olmuyor artık. Keskin olmayan hatlara sahip olan İslam mimarisinin yerini dikdörtgen kutulara bıraktığımızdan beri sıkıntıdan patlıyoruz aslında farkında değiliz. Kubbesi büyük bir camii içerisine girdiğimizde nevrimiz dönüyor, 'İşte bu!' diyoruz, ferahlıyoruz, sakinliyoruz. Amma velakin evlerimiz mezarlıklara benziyor artık.</p><p>Daha fenası gökdelen hırsı denilebilir. İstanbul'da her iki yakasındaki ucubeleri de , güzelim Bursa'nın haşmetli dağını ve camilerini gösteren silüetini bozan Toki garabetlerini</p><p> de , yakında Antep'e dikilecek olan ve hala kimsenin ne oluyor demediği ikoncanları da görmek istemiyoruz elbette..</p><p> </p><p>Medeniyetimiz dendiğinde İnsan'ın Allahla, İnsanla, ve eşyayla , doğayla arasındaki irtibatın yüzyıllardır gelişen bir gelenekle oluşmuş insanın insanlıktan çıkarmayan o hayat dairesini kastetmekteyiz elbette. Ama bu gidişatın sonunda kahredici bir durum olduğunu bilmek zorundayız. Düşünsenize Karataş'taki binaların 100 yıl sonra herhangi bir tarihi değeri olabilir mi ? Mümkün mü? Nesini seveceksiniz ! Zaten gayrı insani bir yapılaşma değil mi?</p><p>İkoncanların reklamının yapıldığı bir gazetede bunlar yazılır mı ? Yapacak birşey yok , Yazmaktan başka şimdilik yapacak birşey yok ! Yapacak birşey olduğunda yazmaya gerek bile kalmayacak inşallah !</p>