Sıcak savaşta düşmanınız bellidir. Dolayısıyla her zaman düşmanınıza karşı teyakkuz halinde olup tedbirinizi alırsınız. Hâlbuki soğuk savaşta en azılı düşman dost kılığında görünür. Yüzünüze güler ve kuyunuzu kazar.

                Sıcak savaşta dost belli düşman bellidir. Dostunuza dostluğun hakkını verir, düşmanınıza karşıda uyanık olursunuz. Hâlbuki soğuk savaşta çok kere düşman, kuzu postu giymiş kurt misali dost kılığındadır. Düşman münafıktır, kalleştir, kahpedir. Sol gösterip sağ vurmaya, sağ gösterip sol vurmaya devam eder. Siz düşmanınızı tanıyıncaya kadar çoktan atı alan Üsküdar’ı geçmiş, iş birmiş olur. Nitekim bir asırdan fazladır, düşmanın böylesi manevraları sonucu darmadağın olduk. Ve hala şu gün olmuş kendimize gelememişiz. Hala İslam âleminin nice idarecileri düşmanı dost, dostu düşman görmeye devam ediyor.

İşte Suriye, Irak, Mısır, Filistin, Libya, Sudan, Somali, Afganistan, Çeçenistan… Hatta bizim kendi ülkemizde terör denen bir soğuk silah vasıtasıyla bin yıllık kardeşler düşman yapılmadı mı? Şu düşmanı dost bilen terör yanlıları, neren geldi? Yerden bitmedi, gökten inmediler. Bu vatanın suyunu içiyor, ekmeğini yiyiyorlar. Ama hem vatana hem de haklarını korudukları kendi halklarına en büyük çileyi çektiriyor. Bu dünyadaki çile ne ki kendi halklarını dinsizleştirmek için var güçleriyle uğraşıyorlar. Dini İmanı, arı namusu, saygıyı sevgiyi, fazileti erdemi, hatta insanlığı öldürüyorlar.

Soğuk savaşta düşmanınızı biraz daha iyi tanır, tanıdıkça ona karşı öfke ve nefretiniz artar. Böylece ne zaman fırsat bulursanız, ona karşı harekete geçip kaptırdıklarınızı geri alma çabasına girersiniz. Hâlbuki soğuk savaşta çok kere düşmanın düşmanlığının farkına bile varmazsınız. Anladığınızda da çoktan iş işten geçmiş olur.

Soğuk savaş çok uzun süreli olduğundan, bunu yaşayarak öğrenenler çoğu kere soğuk savaş gerçeğini sonraki nesillere anlatamadan vefat ederler. Yeni nesil düşmanını dost tanıyarak hayata başlar. Bir sonraki nesil ise çoğu kere düşmanın boyasına boyanmış, kendi ecdadının inanç ve değerlerine düşman olmuş olur. Böylece yer yer mücadele dahi bitmiş olur.

                Şu an İslam ülkelerine en çok ihracat bizim pembe dizilerimizdir. Bir asra yakınıdır bizde yapılan tahribat ve tahrifat şimdi tüm İslam âlemine yayılıyor. Batılı diziler görüntü olarak İslam diyarına uymadığından tahribatı az oluyordu…

                Soğuk savaşın belki de en büyük tehlikesi, soğuk savaşın sonucu tahribat, soğuk savaşınki ise tahrifattır.

Tahribat yakıp yıkmak, ortadan kaldırmak demek kısaca… Tahrifat ise değiştirmek, olduğundan farklı bir şekle çevirmektir. Dıştan sağlam gibi görünmekle beraber içini boşaltıp dolu gibi görünümü devam ettirmektir. Ama sonuçta bu her iki eylem; tahribatta tahrifatta yıkım, imha ve yok etmeyi hedefler. Belki biri / tahribat, açık ve görünür halde, diğeri / tahrifat ise sinsi, sessiz ve derindendir. Ama kesinlikle ikincisi çok daha ölümcül ve çok daha tehlikelidir.

Tahribat sıcak savaşın her türlüsüyle, ambargolarla, biyolojik, kimyasal ve nükleer silahlarla… İşgal sömürü talanlarla… Başımıza bela ettikleri bizden görünen ama aslında batılıların kadrolu askeri konumundaki idarecilerle… Dışarıdan ve içeriden; Ergenekon, gladyo, ışid, deaş ya da başka isimler altındaki örgütlerle ve daha birçok yol, metot ve düzenlerle hep devam etti ve devam etmektedir.

Bu vb. ıstılahları en iyi bir ümmeti Muhammed biliriz. Zira bir asra yakındır, bu kalleş ve zalim savaş mekanizmasının arasında ezim ezim ezilmekteyiz. Öyle ki ümmet olarak bizim yaşadıklarımızın binde birine, bunu bize yaşatan zalimler tahammül edemezlerdi. İslam diyarına şöyle kuş bakışı bir bakın. Bomba ve barut kokmayan, bombardıman dumanları yükselmeyen, annelerin feryatlarının çocukların çığlıklarına karışmadığı ve bu seslerin tank homurtuları, bombardıman gürültüleri tarafından bastırılmadığı kaç köşe var… İnsanların; din, mal, can, vatan ve namus emniyeti içinde korku ve endişeye kapılmadan rahat bir şekilde uyuyabildiği kaç diyar var…

Tahrifata gelince, kültür emperyalizminin her versiyonu bunun içindedir. Ama özellikle bizim mahalleden devşirdikleri, dinlerini dinara satan bela’m misali kimi din cambazları, şimdilerde başroldedir. Düşünün ki mülhidlerin böylesi sinsi planlarının ortaya çıkması, kırk elli yıl sürüyor. Hatta bazen hiç deşifre bile olmuyor. Dolayısıyla çok dikkatli olmak gerekiyor.

Bunlar, hiçbir dönemde şimdiki kadar revaçta olmadılar. Geçmişte bu hainlerin manevra alanları şimdiki kadar rahat değildi. Dolaysıyla daha az bir tahribat ve tahrifatla tarihin çöplüğüne gömülüp gidiyorlardı. Ancak şimdi teknoloji baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Bu Truva atların ağa babaları, birinci kuvvet medyanın da patronları aynı zamanda… Şimdilerde yüzlerce TV kanalı ve binlerce internet kanalından onlarca dilde tahrifatlar yapılıyor. İletişim ve ulaşımdaki bu avantajlar güç dengelerini bire bin denebilecek kadar, İslam düşmanlarının lehine çeviriyor. Bu durum size kıtalar arası füzeler, uçak, tank ve toplarla saldıran ordulara karşı, sopalarla ve sapan taşlarıyla savunma yapmak gibi bir şey…

AMA ZALİMLER KAYBETMEYE MAHKÛMDURLAR

Batılılar İslam’ı tahrif edip kuşa çevirdikleri, kendi batıl dinleriyle karıştırıyorlar. İnsan kaynaklı herhangi bir fikir gibi muharref bir dini de orasından burasından sündürerek heva ve heveslerinize göre şekillendirebilirsiniz. Hatta çıkar ve menfaatlerinize alet edebilirsiniz. Ama vahyi ilahiye dayanan ve korunmasını bizzat onu indiren Allah (cc) ın üstlendiği İslam değiştirilemez. Heva ve heveslere göre şekillendirilemez. Peki, İslam’ın bu manada eğip bükmeye hiç teşebbüs demi edilemez? Elbette olur. Ancak tarih boyu bu teşebbüslerin her biri nasıl boşa çıkmışsa, kıyamete kadar da boşa çıkacaktır. Zalimler bunu görüp dünya ahiret hüsrana uğrayacaklardır. Müminler ve mazlumlar ise her iki alemde kazananlar olacaktır. Selam... Dua…