Dünya ve içindekiler, istifade edildikleri kadar bir anlama ve değere sahip olurlar.

Yiyebildiğiniz, giyebildiğiniz, geçiminizi temin edebildiğiniz kısım helaldir, meşrudur, lezzetlidir.

Ya arta kalan?

Sadece size ait kalıyor, gölgesinde bir gariban barınamıyor, başkalarının da derdine deva olamıyorsa o arta kalan kısım taştan ibarettir, ateşte erimek üzere olan taş!

Yendiğinde hasta eden, dokunduğunda yakan, türlü dertlere gark eden taş…

Sana yaramıyorsa bırak başkasına yarasın.

Sana yaramadığı halde sende olan hem senin hem başkasının aleyhinedir. “Taşları yemek yasak” demişti İsmet Özel, 1985’te.

Aradan tam 30 yıl geçti!

30 yıl geçti ama taşları yemek bitmedi bir türlü.

Birileri hala taşları yemeye devam ediyor.

Yığdıkça yığanların sadece taşları değil, taş yiyenlerin sayısı da giderek artıyor.

Tabir-i caizse bir taş devrini andırıyor yaşadığımız asır!

Küreselden bireysele doğru hızla devam eden bu hastalık hepimizi çepeçevre kuşatıyor.

Dahası bugünün hakim anlayışı, başarı ve itibarı taş yeme fiili üzerinden ölçüyor!

Ve maalesef kazanma hırsı üzerinden devam eden bu hayat, yarına dair bir umut ışığı vermiyor!

Uzaklaştıkça uzaklaşıyor materyalizmin bu karanlık dehlizinde, kurtarmayı bekleyen insanlık!

Tıpkı Halepçe’ye atılan ve elma kokusu yayan o kimyasal bomba misali mal biriktirme hali hepimizi yok oluşa doğru sürüklüyor.

Peki, ne yapmalı?

Cevabı da pratiği de zor bir mesele.

Öze dönüş, kendine gelme, tarihini hatırlama vs. hamaseti artık aramızdaki yoksulların yoksulluklarını, açlıklarını gidermiyor.

Bu laflar, taşları yiyenleri de durdurmuyor.

Geçenlerde konuşurken bir arkadaşım, “Televizyonlar ailelerimizin üzerinde çok kötü etkiler bırakıyor” demişti. Ben de “Madem bu işten şikâyetçiyiz, o halde hadi yarın sabah 15-20 arkadaş toplanıp televizyonlarımızı alıp doğru bit pazarına bırakalım. Sattığımız parayı da ecmâin’in karnını doyurmaya harcayalım” dedim.

Şimdi herkes televizyonları kaldırıp bit pazarına götürebilme cesaretini toparlamanın peşinde!

Dedim ya, biz Müslümanlar eylemi unuttuk!

Oysa hepimiz çok iyi biliyoruz ki, bu gidiş iyiye ve hayra akmıyor!

İsyan etme vakti çoktan gelmiş, çatmış!

Lakin ayağa kalkacak adam ya da adamlar lazım!

Bir türlü dizginlenemeyen bu duruma dur diyecek yiğitler lazım!

Gelin şu kahrolası modernizm belasından kurtulalım!

Mesela, Müslümanlar olarak öncelikle şu taş yeme işine bir son verelim.

Taş koyalım bu gidişata!

Bu aldanışa, bu vurdumduymazlığa ve bu kaybedişe!

Hepimiz biliyoruz ki zenginlik talebinin arkasında hırs, açgözlülük, kalp kararması ve gaflet yatmaktadır.

İhtiyaçtan fazla mal veya servete sahip olma halinin İslam’la bağdaşır bir yanı yoktur.

Sınırlı olan bir ömre sınırsız istekleri sığdırmaya çalışmak şeytanın aldatmasıdır, bu aldanmaya rıza gösteren bizlerin ahvali hem burada berbattır hem de korkarım ki ebed yurdunda yüzümüze bir şamar gibi çarpacaktır.

İslam alimleri, fakr u zaruret içinde yaşayanların olması halinde ihtiyaç fazlasının “infak” edilmesi bir tavsiye değil, bir “farz” hükmündedir buyurmuşlardır.

Aksi konfordur, lükstür.

Aksi taş biriktirmek, taş yemektir.

Hem bu durum başlı başına hayat için büyük bir külfet de değil midir?

Bunu yapamadığımız takdirde İslam aleminin yeniden dirilişi mümkün değildir.

Zaman güzel söylemlerin değil, güzel eylemlerin zamanıdır.

Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed (SAV) ne diyordu: “Dünya malını dünya ehline bırakınız, kim ihtiyaçtan fazla mal toplarsa, o bilmeden kendi felâketini hazırlamış olur.”