Yaşamış olduğumuz hayatın geçmiş zaman zarfı içinde konuştuğumuz en fazla konu sanırım ölüm olmuştur.

Bu hayatın içinde konuşmanın yanısıra hergün sela'dan mezarlığa, cami avlularında teneşir taşına, cenaze araçlarından tabutlara, ölüm haberlerinden taziye ilanlarına kadar da en fazla ölüme şahit olmuşuz.

Ancak bütün bu konuşmuş ve şahit olmuşluklarına yanında aradaki farkın ölenin biz olmaması ve ölümün bize temas etmemesiydi.

'Ölenle ölünmez' cümlesinin aslında ne kadar basit ve sıradan olduğu ölen için değil kalan için bir teselli kaynağıydı. Oysa ölen gerçekten ölmüştü ve ölüme çarpılmıştı.

Ölüme şahit olmak ve ölümle temas etmek arasında o kadar büyük bir farkın olduğunu sanırım bende yeni öğrenmiş oldum.

Bir hafta önce, gecenin  bir vaktinde yediğim ölüm baskınından sağ kurtulmakla beraber zedelenen beyin damarlarımın tedavisi devam ediyor.

o gece muhtemelen üzerimde çıkabilecek birçok ağır,  hafif ve çeşitli suç aletleriyle beraber polis baskını yemek gibi birşeydi benim için.

Evet baskın yemiştim ama bir polis baskını değil, ölüm baskınıydı.

Her gün ölümü konuşan ve ölüme meydan okuyan ben ölümle hafif bir temas kurmuştum.

Sessiz soğuk ve bir o kadar da acıydı ölüm.

Tüm dünya lezzetlerini bir anda zihnimde ve ruhumda silivermişti bu durum.

Dahası bunu anlatmam da bir o kadar zor ve imkansızdı.

Üzerinde onlarca suç aletleriyle beraber dolaşan bu insanların her an baskın yemesi bir an meselesiydi.

Operasyona hazır bir şekilde,  elindeki listeyi inceleyen ölüm meleği,  kim yada kime baskın yapacağını kimse bilmiyordu.

Hem beni teğet geçen bu baskının biraz sonra başka biri yada birilerini teğet geçmemeyeceği de kuvetle muhtemel.

 

YAŞAR YAVUZ