Vakti zamanında bir kadın vardı. Zamanını devamlı olarak Kâbe'de ibadet etmekle geçiriyordu. Recep ayı girdiğinde de, Allah'a olan sonsuz sevgi ve saygısını dile getirmek için, günde on bir defa ihlâs sûresini okuyordu. Ayrıca Recep ayına karşı beslediği saygısını ifade için de atlas elbisesini çıkarıp, en değersiz elbisesini giyiyordu.


Abid kadın bir Recep ayında hasta düştü. Çok sevdiği oğluna da öldüğü takdirde kendisini üzerindeki değersiz elbisesiyle defnetmesini vasiyet etti.

Nihayet kadın bir gün ruhunu teslim edip bu fani âlem veda etti. Oğlu, sanki annesinin vasiyeti yokmuş gibi, ötekine berikine gösteriş olsun diye, annesini en şık ve pahalı elbisesiyle defnederek onun son sözünü yerine getirmedi.

Ölümünden sonra bir gece rüyasında annesini gören oğlana annesi, "Sevgili oğlum, niye vasiyetimi tutmadın? Ben senden razı ve hoşnut değilim" diye şikâyette bulunuyordu.

Sabah uykudan uyanan oğlan gece rüyasında gördüğü annesinin vasiyetini yerine getirmek üzere alelacele kabri başına varıp da kabrini açtığında baktı ki, annesi yok. Hayretten dona kalıp iki gözü iki çeşme hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ama nasıl ağlıyordu, sormayın. Üstünü başını yolarak.

Tam bu sırada bir ses duydu. Sesin sahibi şöyle diyordu: "Ey kulum, sen bilmiyor musun ki Recep ayını oruç tutarak geçiren kimseleri biz, kabrinde tek başına yalnız bırakmayız."

Zübdetül Vaizin