Bidayeti ana rahmi, nihayeti kara toprak olan bir hayatın cenderesinde yoğrulmaktayız hepimiz. Akibeti hesap kokan her nimetin kesbinde asıl marifet!

İngiliz yardım kuruluşu Oxfam’ın raporuna göre: En zengin 26 kişinin toplam serveti dünya nüfusunun yarısının servetine eşit düşüyor.

Yine aynı rapordaki verilere göre: Bahsi geçen 26 zengin kişi başına günde ortalama 2.5 Milyar dolar kazanırken, dünyanın yarısına sahip nüfusun ortalama kişi başına gelir düzeyi 5.5 dolar!

Adaletine yandığımın dünyasın da 195 adet ülke ve her ülkenin “Adalet” adında bir bakanlığı var! Sorun şu ki; Bakanlığı ve binlerce çalışanı bulunan adaletin kendisi kayıp! Hem de asırlardan bu yana. İzine bir türlü rastlanılmayan adalet için her yıl onlarca, hatta yüzlerce toplantılar, konferanslar yapılır. Ödüller verilir şaşaalı törenlerle…

Dünyanın neresine bakarsanız bakın muhakkak bir eğrilik görürsünüz. Bir yanda sömürgeci ve makyavelist Batının ulusalcı çarpık zihniyeti, diğer yanda kendi halkını ezerek susturan diktatörlerin zulmü!

Bu tabloyu adaletin neresinden tanımlarsınız? Bu rakamların arasındaki uçurum, adaletin terazisinde yer bulabilir mi?

Her insanın doğuştan hakkı olan “Adalet” elbette insanlığın insanlığa namus borcudur. Ne ki;
 Siyasileşen ve toplumun ön saflarında yer bulan her kişinin hafızasında en hızlı kaybolan şeyin adıdır da adalet!

Her ülkenin, eğitim ve sosyal şartlarına göre değişen, artan ve eksilen adaletsizliğin boyutları adaletsizliği bile hayâ ettirecek kadar artmıştır. Yeryüzünün devasa nüfusu açlık, hastalık, savaş ve ölümle burun buruna yaşarken, kendisini “Çağdaş ve medeni” olarak adlandıran azınlığın sefih yaşamlarını her türden nimetlerle donatması şeytanı bile imrendirecek şeytanlığın dik alasıdır!

Tüm safahatını ve refahını başkalarını sömürmek üzerine oluşturan batı medeniyeti, fiilen işgal edemediği yerleri ahlak ve kültür faşizmiyle istila etmeye devam ediyor. Zehirli bir kanser hücresi gibi dünyanın her yerine sıçrayan “Roma” kültürü yeryüzünü üstü açık bir arenaya çevirerek, ahlak ve fikir dumuruna uğrattığı toplumları da bu arena da acımasızca birbirini katleden Gladyatörlere dönüştürmüştür.

“Ben yoksam kimse olmamalı” ferdiyetçiliği bambaşka bir insan modeli üretmiştir. Kendi varlığını başkasının yokluğunda arayan, haram ve helal arasındaki farkı istek ve arzularına kurban ederek “Her yol mübah” anlayışını kaim kılan bir modeldir bu!

Oysa insanlık tarihi bu tipolojinin yok oluş hikâyeleriyle doludur. Zalim hükümdarların ve zulüm sistemlerinin nihayeti her zaman berbat olmuştur.

İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik inancının kitaplarında zulmeden yerilmiş, lanetlenmiş ve levmedilmiş. Adalet, inanan ve inanmayan her insanın mutlak ihtiyacı ve özlemi olmuştur.

Her insan bilir ki, adalet olmazsa zulüm olur, kaos olur, savaş olur, gözyaşı olur, yokluk fakirlik ve kaos olur.

Allah’ın 99 isminden birisidir “ADL” yani adil olan. Bunları bilmeyen yok sanırım. Vampirleşmiş ve insanlığın kanını emen bir sisteme köle olmuş vicdanlardan yankı beklemek nafile. Vaz etmenin bir yararı olur mu bilmem. Ne ki, bu gidişin sonun da büyük acılar ve pişmanlıklar yaşayacak olan insanlığın bizzat kendisi olacaktır.