Bu aralar elinde bir valiz dolaşıp duruyorum.

Ruh halim bir tren istasyonunda.

Firakın ızdırabı, vuslatın heyecanındayım.

Gurbette yitip giden adamın kaybolmaya yüz tutmuş hafızası gibi sorup durmaktayım.

“Ben kimim ve bu hal neyin nesi?”

Acaba diyorum, eski esbablarımı bulsam, anımsayabilir miyim?

Kim olduğumu, nerden gelip nereye gittiğimi…

Sahi nasıl başlamıştı bu hikaye?

O asvalt yola adımımı attığım o günkü korku ve endişe!

Bu arada şimdi akşam ezanı okunmakta.

Ne diyorduk?

Geç fare edecektim, taşın sert olduğunu, ateşin yaktığını, suyun boğduğunu.

O çocuk günlerime dönebilsem, tutum kendimi sarsam, “be hey gafil bir bilsen bu yolun nereye varacağını, emin ol atmazdın o ilk adımını.”

Secdede dinen başım mı hariç tutsam, bir tutam gözyaşı bir o kadar elem ve kederden başkası değil yolun vardığı menzil.

Şimdi oturup muhasebe etmeli tüm bu olup biteni.

Yekûn çizgisin altında “imtihan yurdunda garip bir kulun halleri, kifayet eder…”