“Cehennem, tutku ve ihtiraslarla çevrilmiştir.”

Doğru sözlü, sözüne güvenilir Allah'ın Peygamberi (s.a.v) böyle buyurmuştur.

Tutku ve ihtirasların kaynağı, nefse ait şeylere olan düşkünlük ve nefsi zevklerdir.

İnsanın hayatında, kendisiyle ihtiras okyanusunun derinliklerinden yükseklere çıkıp da hakikat nuruyla gözünün aydınlanacağı ve hidayet ufuklarına açılacağı ulvi bir esinti ya da ruhi bir şevk duymadığı hiçbir an yoktur. Fakat muhteris insan, en dip tabakalarda aşağılara doğru tepetaklak yuvarlanmaya devam eder.

Nihayet heves ve arzuları, nefse ait şeyleri olan düşkünlüğü onun tapındığı biricik tanrısı oluverir. Artık nefsi zevk ve düşkünlüklerinden başkasını görmez olur. Bütün düşünce ve aksiyonu nefsinin özlem ve arzularını tatmin etmeye odaklanmıştır. Adeta bu arzulara boyun eğip, secde eder; bunlar önünde alçalır ve eğilir.

Bu nedenle muhteris insanın bütün yönelişleri, duygu ve heyecanları ya da her bir bakışı, göz açıp kapaması ya bir şeye karşı duyduğu ihtiras ve tutkuya ulaşma veya bir heves ve arzuyu elde etme amacındadır.

Hz.Peygamber’in davetine muhatap olan Kureyş'in ileri gelenlerinden küfrün önderlerinin yaşantılarını dikkatlice inceleyecek olursak, bu insanların, hevalarına ibadet eden karakterde olduklarını açıkça görürüz. Konum, tavır, söz arkalarında bıraktıkları eserlerden bu hal kolaylıkla anlaşılmaktadır. Onların davranışlarının tamamına yön veren dürtü, dünyevi şeylere karşı hissettikleri şiddetle arzu ve ihtiras, dünyevi zevkler ve düşkünlüklerdir. Dünya yaşantısı onların en büyük amaçları ve tek tasalarıdır. Onların düşünce ve duygularında ahiret yoktur. Ölümden sonra diriliş yoktur. Dünya hayatında yaptıklarından dolayı hesaba çekilmek yoktur.

“Ve bazı inançsızlar, bu dünyadaki hayatımızın ötesinde başka bir şey yoktur ve öldükten sonra dirilmeyeceğiz! derler.” (Enam Suresi 29.Ayet)

İhtiras ve tutkularına kul olmuş insanlar, bu çarpık anlayışlarından dolayı, dünyadaki yaşantıya ihtirasla koşmaktadırlar. İhtirasları arttıkça artmakta ve nefsi düşkünlükleri ulaşmanın verdiği sarhoşluk ve kendilerinden geçmektedirler.

Kafa ve gönül gözleri, ezeli hakikat ve adaletin her türlü ölçü ve kriterlerine karşı perdelenmiştir.

Hakikat ve adalet onların yaşantısında kaybolmuş, pratiklerinden kalkmıştır. Her türlü zulüm ve cahillik onlar için olağan bir davranış olmuştur.

Özlem ve arzularına uyarak, akıllarına sırt çevirmektedirler. Heva rüzgarlarıyla sürüklenerek, en açık mantık ölçülerini, en somut kanıtları inkar etmektedirler.

“Kendi arzu ve özlemlerini tanrı edinen ve (bunun üzerine) Allah'ın, (zihninin hidayete kapalı olduğunu bilerek) saptırdığı, kulaklarını ve kalbini mühürlediği ve gözlerinin üzerine bir perde çektiği insanı hiç düşündün mü? Allah'ın onu terk etmesinden sonra kim ona doğru yolu gösterebilir? O halde hiç düşünüp ders çıkarmaz mısınız?(Casiye Suresi 23.Ayet)

İşte size iki insanlık örneğinin, birbirine tamamen zıt ve aykırı yolları ve akıbetleri; Bu örneklerden ilki, Allah'a teslim olup, imana ermiş, hidayet  bularak Peygamber’e tabi olmuştur. Aklını, mantığını, özlem ve arzularını nefsi düşündüklerini kontrol altına alıp, hepsini Hakk’a yönlendirmiştir. Bu davranışının sonucunda Cennet’e giden yolda çok rahat bir yolculuk yaparak mesafeler katetmiştir.

İkinci grup ise yönünü şeytana dönüp, Rahman’dan yüz çevirmiştir. Onlar da bu davranışlarının sonucunda arzu ve özlemlerin, nefsi zevk ve düşkünlüklerin mengenesi onları sıktıkça sıkmış, ardından onları Cehennem ateşinin dalgaları arasına atıvermiştir.

“De ki: (Bu dünyada) avunup durun bakalım, nasıl olsa yolunuzun sonu ateş olacak!” (İbrahim Suresi 30.Ayet)


(Muhammed Kutup “İman ve İnkar aynasında İki Kadın” eserinden derlenmiştir.)  

Selametle…