Hz. Musa (a.s.) devrinde yaşamış ve müfessirlerin çoğunluğuna göre Kur’ân-ı Kerîm’de ismi zikredilmeksizin şu şekilde anlatılmaktadır;

"Onlara, şu adamın ibret verici durumunu bir örnek olarak anlat: Biz ona, mükemmel bir zekâ ve derin kavrayış yeteneği armağan etmiş, ilim ve hikmet nurlarıyla kendisini aydınlatmıştık. Bunun da ötesinde, insanı hakîkate ulaştıracak bütün delillerimizi önüne koymuş ve ayetlerimizi en üst seviyede anlama ve ilâhî Kitabın muhteşem güzelliğini kavrama yeteneğini kendisine cömertçe bağışlamıştık. Fakat o, yersiz bir gurura kapılarak ayetleri elinin tersiyle bir kenara itiverdi; böylece, şeytan onu kandırıp peşine taktı ve sonunda, diğer birçokları gibi, o da azgınlardan biri olup çıktı!”(Araf Suresi 175.Ayet)

“Eğer dileseydik, elbette onu ayetlerimiz sayesinde en şerefli makâma yüceltebilirdik; ne var ki o, ihtirâs ve tutkularının peşine takılarak, —sanki hiç ölmeyecekmiş gibi— şu gelip geçici dünyaya saplanıp kaldı! Onun gibi azgın nankörlerin durumu, tıpkı doyumsuz bir köpeğin hâline benzer;kızıp kovmak için üzerine gitsen de dilini çıkarıp hırlar, nefes nefese solur, kendi hâline bıraksan da! İşte, ayetlerimizi yalanlayan kimselerin durumu, aynen böyledir. Ey Müslüman, yoldan çıkan insanlara bu ibret verici örneği anlat; belki bu sayede öğüt alıp düşünürler.”(Araf Suresi 176.Ayet)

Rivayetlere göre; Hz. Musa(a.s) Allah Teâlâ’nın emrine itaat edip Şam’ı fethetmek için ordusu ile harekete geçti. O sırada Şam’ın Belka köylerinden Bala’da Bel’am bin Baura isminde “ism-i a’zam”ı bilen, dualarına icabet edilen büyük bir alim yaşamaktaydı. Kenaniler, içine düştükleri bu tehlikeli durumdan kendilerini kurtarması için Bel’am’ın kapısını çaldılar. Bel’am’a, “Musa bin İmran’ın kendilerini yurtlarından sürmek ve öldürmek üzere ülkelerine geldiğini, ülkelerine İsrailoğulları’nı yerleştireceğini, kendilerinin gidecek hiçbir yerleri olmadığını, bu belanın def’i için Musa ve ordusuna beddua etmesini” istediler.

Bel’am, onlara “Allah’ın elçisi için beddua edemeyeceğini, inananların ve meleklerin Hz. Musa ile beraber olduğunu, Allah’ın dostlarına beddua etmenin çok büyük vebali olduğunu” söylese de azgın ve imansız Belka halkı ısrarlarına devam ettiler.

Bel'am da eşeğine binerek dua ve niyazda bulunmak üzere Husban Dağı’na çıkmak için yola koyuldu. Eşek dağa tırmanmak istemediği için devamlı çökmekte, Bel’am da kalkıncaya kadar eşeği dövmekteydi. Çaresiz eşek dile gelip:

“-Bel’am nereye gidiyorsun? Meleklerin önümde durarak beni yolumdan çevirdiklerini görmüyor musun?” dese de Bel’am, bütün gücü ile eşeği döverek dağa çıkıp beddua etmeye başladı.

Beddua ederken Allah’ın bir mucizesi olarak, dili kendi kavmine beddua edip, Hz. Musa kavmi için hayır dua etmekteydi. Bel’am, Allah’ın duruma müdahale ettiğini, dünyasını da ahiretini de kaybettiğini anladı. Dili, köpek dili gibi ağzından sarkmış, salyaları etrafa saçılmaktaydı.

Durumun garabetini gören kavmine:

“-Dilime Allah hakim oldu, beddua edemiyorum! Dünya ve ahiret benim elimden gitti, hileye başvurmaktan başka çaremiz yok! dedi.(Taberi, İbni Kesir)

Hadiseden çıkarılan derslerle dualar;

Rabbim bizleri hakkı bile bile batıla hizmet edenlerden eylemesin.

Rabbim bizleri (kendi milletinden olsa bile) düşman olması gerekirken, düşmanını dost edinenlerden eylemesin.

Rabbim bizleri ilmini hakka hizmet için kullananlardan eylesin.

Rabbim bizlere verdiği nimetleri kendi yolunda kullananlardan eylesin.

Selametle...