Duvarlar; taş duvarlar, beton duvarlar, gün geçtikçe yükselen, daha da yükselen duvarlar. İnsanlar arasına set çeken insanlığı bölen duvarlar. Birbirine kavuşmak isteyen kim ve ne varsa her şeyi bölen,  bir tarafı aydınlık diğer tarafları karanlık duvarlar. Güneş ilk önce ön taraftan doğar, önce oralar aydınlanır, bütün güzellikler ön tarafındır. Oraların sahipleri seçkin ve seçilmişlerdir. Tuzu kurulardır. Yedikleri içtikleri kendilerinindir. Paylaşmayı bilmezler, açlık yoksulluk nedir uğramamıştır onlara, sofraları yemek bakımından zengindir. Ön taraflar süslü her zaman. 

Herkes ön taraftaki görüntüler üzerinden duvarların arkasındaki yaşamların değerlendirmesini yaparlar. Duvarların diğer tarafındakilere karşı gözleri kör, kulakları sağır, kalpleri katıdır. Bu taraftan o tarafa hayallere daldıkça başka düşüncelere dalan; güzelliği ile şahane mekânlarda gezdiklerini; babalarıyla, anneleriyle, arkadaşlarıyla hayaller yaşayan; birbirinin gözlerinde kendilerini gördükleri yerlerdir. Duvarın arkasında yoksul çocuk sesleri, yurtlarından olmuş sığınmak için yer arayan yurtsuz mülteciler…

Çadır kampları, briket evler, birikmiş yağmur suları, battaniyesiz yataklar. Hasta iniltileri, doğum sancısı çeken kadın çığlıkları, patron zorbalığına uğramış işçi babaların isyanı, incinmiş insan ruhlarının hikâyesi insan yüreğinde derin bir nakış gibi işlenmiştir. Bayatlamış yağlarda pişirilen yemeklerin, ayakkabısız ayakların, elleri nasırlaşmış bakımsız çocukların, terk edilmiş, zayıf düşmüş ihtiyarların uzun vasiyetleri vardı. Evlerin tuvaletlerinden gelen kesif, keskin sidik kokuları, sokaklara akan atık sular, tıkanmış kanalizasyonlar, sıcaklıkla beraber iyice ağırlaşan kokular uysal evlerden sızan cılız, güzel kokuları da buharlaştırıyor. “Oku” demişler okumuş, sınava girmiş kazanmış ve sonrası bitmez bekleyişler.

Kendini eve kapatmış bir genç kız; annesine, babasına, herkese lanet okuyor, evin çatısından aşağıya atlamakla milleti tehdit ediyor. Nereye kadar, daha hangi umudu tüketeceğinin isyanlarında.  Kadınlar yüzleri ellerinin arasında, başları öne eğilebildiği kadar eğilmiş hangi yası tuttuklarını bilmeden, daracık sokaklarda adım atsan karşı evin avlusunda olacak kadar yakın evlerin önünde, akşama kadar iş aramış bulamamış eve eli boş dönen kocalarının yollarını bekliyorlar. Sokak köşelerinden çocuk hıçkırıkları geliyor ince ve cılız, muhtemelen canının istediği bir şeyin alınmamış olmasından ağlıyor.

İnsanı uyuşturan bozuk bir hava her izbe yerde, üç beş kişinin bir araya gelip fısıltılı seslerle birbirinin korku dolu gözlerinin derinliklerindeki kaçış yollarının nasıl olacağını ısrarla aradıklarını görürsün. Köşe başlarında torbacılar avlarına düşürecekleri yoksul çocukları bekliyor. Yoksullar bu saatten sonra rahatsız edilmek istemiyorlar varlıklılardan yardım etme haberleri gelse bile. Cinnet getiren gençler, kadınlar, erkekler gün olmuyor ki bir kadın ölmesin, bir erkek iş bulamadığı için kendi canına kıymış olmasın. Güvenlik olmaz oralarda, kimin gücü kime yeterse, öfke hâkimdir.

Öfkeler bazen doğrudan karşıdakine, çoğu zaman da insanın kendisinedir. Duvarın arkasında sesler, gürültüler yükseldikçe duvarlar da yükseliyor; kulaklar tıkanır; işlenmiş öfkeler içerlenmeye dönüşür; patlamak için bir küçük kıvılcım yeter. İnsanlar yüklü ruhlarla ve suskunlukla dolaşıyorlar. Çocuklar bir an önce büyümek ve kendi ellerinden kendileri tutmak istiyorlar. İnsanlar umutsuzluğu kucaklarında taşıyorlar, taş taşımaktan ölüm taşımaktan daha zor bir halde.

  Vaktinden önce ihtiyarlamış bedenler ruhlarıyla vedalaşıyor. Soğuk kış günlerinde evlerin tek odalarını ısıtmak için sobalarda yanan kalorisi düşük, karbondioksiti yüksek kömür kokularının ve çöplerden toplanan plastiklerin yanık kokularını istemeye istemeye ta ciğerlerinin derinliğine kadar çekiyorlar. Ve içinde sessizliği bir çığ gibi büyüten hastalıklar, bitirilmiş soluklar, yıllanmış sigara dumanlarının sararttığı evlerin tavanları, ağızlardan gelen açlık kokularının ve ter kokularının doğallıktan çıkıp insanın yakalanacağı bütün hastalıkların habercisi olduğuna tanık olan duvarlar.

 Karanlıkta sınır tanımayan seçmek ve sahip olmak için sınır ötesi umutlar biriktiren kalpler, aydınlıktaki gerçeklerle yüzleştiğinde bütün üzüntüleri yorgunlukları emmeye çalışıyor. Kendi içine çekiliyor, varlığının sınırını ellerinde görüyor, her şey orada yükselip ve orada kalıyor.   Gece ve dışarıya bakan kör pencereler arkasına destekler verilerek kapatılmış kapılar..,

Merdivenlerdeki sessizlik, karanlıkta yolunu şaşırmış ve sırt üstü düşmüş böceğin doğrulmak için çırpındığı seslerle bozuluyor. Veremli hastalar ciğerlerinin artık son çırpınışı ile çıkardığı öksürük sesleriyle not düşüyor odaları nemli evlerden. İnsan sonsuza kadar kaybetmek istemiyor, bir gün duvarın öbür tarafını görme mücadelesini de sürdürmek istiyor.