Malum geçen hafta yayımlanan “Gaziantep’in Ömer’i Hanginiz?” yazısı ile ilgili okurlardan ciddi bir destek geldi.


Çok sayıda okurum ve dostum bu ve buna benzer yazıların devam etmesi temennisinde de bulundu.


Sağ olsunlar verdikleri samimi destekler için.


Bu örneği kaç kez yazdım hatırlamıyorum ama burada bir kez daha hatırlatayım.


Hani o şu meşhur Picasso’nun hikâyesini hepimiz okumuşuzdur.


Ünlü ressam Pablo Picasso’nun çizmiş olduğu o meşhur Guernica resmi için, bir sergisi sırasında kendisine, “Bu resmi siz mi yaptınız?” diye soran bir Alman generaline, “Hayır efendim, o resmi siz yaptınız!” cevabını vermiştir.


Çünkü 1937'de İspanya'daki Guernica şehrini Nazi Almanya’sına ait 28 bombardıman uçağı bombalamıştı.


Yani geçen haftaki o yazıyı ben yazmadım!


O yazıyı, Recep Tayyip Erdoğan’ın halka hizmet etmek için görevlendiği, göreve geldikten sonra sabah akşam kendi maymun iştahlarını tatmin etmeye çalışanlar yazdı.


O yazıyı, o maymun iştahlılara durun demeyenler yazdı.


O yazıyı, o maymun iştahlılara sessiz kalanlar yazdırdı.


Velhasıl ben yazmadım o yazıyı!


Ancak benim de söylediklerim ve söyleyeceklerim var elbet.


Örneğin ben “Bunu yapmaya hakkınız yok” dediğimde, hiç utanmadan sıkılmadan “sana ney” diyor.


Ben “Bu yaptığınız doğru değildir” diyorum, “sen bize akıl verme” diyorlar.


Ben “Yazıktır” diyorum, “sen ne karışıyorsun” diyorlar.


Ben “Günahtır” diyorum, “günah olup olmadığını senden mi öğreneceğiz” diyorlar.


Ben “Halkın malıdır” diyorum, “sen halkın avukatı mısın?” diyorlar.


Hatta 20 yıldır AK Parti’yi kuran ve bu uğurda her türlü bedeli ödeyen Recep Tayyip Erdoğan’ı kullanarak, “kardeşim beni Recep Tayyip Erdoğan seçmiş, sen iyi olsaydın seni seçerdi” diyebilecek kadar küstah davranıyorlar.


İyi de Recep Tayyip Erdoğan sizi kendi maymun iştahlarınızı tatmin etmek için değil, bu halka hizmet etmek için görevlendirmedi mi?
Siz halk ile beraber olmayı, halkın içinde gezip birkaç fotoğraf vermek olarak mı zannediyorsunuz!


Siz ne içiyorsunuz?


Halk ile beraber olmak, halk gibi yaşamaktır.


Gerçi siz de bunu çok iyi biliyorsunuz ama işinize gelmiyor.


Daha doğrusu nefsinizin hoşuna gitmiyor.


Çünkü siz artık level atlamış durumdasınız.


İyi de siz level atladınız diye kimse size bir şey demeyecek mi?


Bu gidişatın bir yerde durması için her vicdanlı insanlar sesini yükseltmeyecek mi?


Bakın ben size buradan en yüksek sesle sesleniyorum.


Ey cebinden başka bir derdi olmayan vicdansızlar durun!


Beni tanıyanlar iyi bilirler ki, benim derdim yüzbinlerce kez okunan yazılar yazmak falan değil.


Benim derdim, gündem olmak falan hiç değil.


Benim derdim


Ben bu şehirde bir gazeteciyim, gözümün içine soka soka yapılan yanlışlara sessiz kalmamalıyım, kalmayacağım.


Bu değil benim dostum, arkadaşım, canım ciğerim de olsa yanlış yaptığında yazmalıyım, yazacağım.


Bunun hem bir mesleki hem de insani sorumluluk olduğuna inanıyorum.


Bu ülkede asgari ücret 3 bin TL’yken dün maddi olarak nerdeyse hiçbir sermayesi olanların bugün paraya para dememeleri, devasa kuleler dikmeleri, göl ve park manzaralı sırça köşklerinde halka sırıtarak bakmaları sizce de anormal bir durum değil mi?


Hem her yasal olanın helal olduğunu kim söyleye bilir?


Zaten ben de “yasal mıdır değil midir”in peşinde değilim.


O devletin yapacağı, soracağı bir şey.


Ben helal mi, haram mı onun peşindeyim.


Burada şunu belirteyim ki, bireysel bir haramın peşinde de değilim.


Buna hakkım da yok.


Ben toplumsal bir haramın, bir hakkın peşindeyim.


O halde bu gidişatı yazmaya ve sorgulamaya devam edeceğim.


Hem de yüzeysel değil, derinsel bir şekilde,


Kendilerine verilen görevi kendi nefisleri için kullananları deşifre ederek.