Bir pandemi sürecinden sonra, yeniden çocuklarımız ve gençlerimizin, camilerle buluşması için kapılar açıldı elhamdulillah. Hepimiz biliyoruz ki, neslimiz bu çocukluk ve gençlik çağında, Kur'an tecvid, siyer, sahabe hayatı, adabı muaşeret, temel dini bilgiler, akaid, fıkıh vs. İslami ilimlerden ne kadar daha çok bir şeyle öğrenirlerse kardır. Bu masum çağdan sonra, neslimize söz anlatmak, şimdiki kadar kolay olmayacaktır. Başta cami imamı, müezzin kayyım olmak üzere, tüm davetçi kardeşlerim, bu konuda seferber olmalıdırlar.

Tecrübe; yaşanmış hayatın özeti veya hayattan alınan pratik dersler olarak da tanımlanabilir.

Dolayısıyla yaşça bizden büyük olanlar, daha çok gezip görmüş olanlar veya bizden farklı iş ve uğraşları denemiş olanlar, şöyle veya böyle bizden farlı ve belki de daha fazla bilgi ve tecrübelere sahiptirler. Kaldı ki bizim bildiğimizi başkası, başkasının bildiğini de biz bilmeyebiliriz. Şu halde tecrübe paylaşımı iki taraflı olumlu bir etkileşim karşılıklı istifadedir.

 Bazı küçük detaylar, yapmakta olduğumuz işi gayet bereketlendirir. Bazen bizi ciddi bir olumsuzluk veya şerden korur. Bazen ufkumuzu, yolumuzu, önümüzü açar. Bazen bize enerji ve kendimize güven verir. Her meslek erbabının, hatta her insanın tecrübe paylaşımına ihtiyacı vardır. O halde tecrübe paylaşımını ihmal etmeyelim.

Aşağıdaki maddeler, layıkı olmasam da aynı sorumluluğu taşıyan biri olarak, herhangi bir vasıfla İslam’a hizmeti üstlenen kardeşlerime tavsiyelerimdir. Elbette bu tavsiyeler sadece diyanet camiasına veya herhangi bir sınıfa değil, tüm mümin kardeşlerimedir. Başlıktaki imam ifadesi, daha çok imamlık görevi icra eden kardeşlerime yönelik katıldığım bir seminerden dolayıdır. Bir de imamlar, davet meydanının doğal süvarileridirler. 

Tavsiyeler:

  1. “…Her bilgenin üstünde mutlaka bir daha iyi bilen vardır.” (Yusuf 12/76) Ayeti düsturumuz olsun “Ben bilirim” “kimsenin yönlendirmesine ihtiyacım yok” “ben kendime yeterim” gibi önyargılar, şeytanın aldatması yanlışlardır. Diğer yandan enaniyet, kendini beğenme, kibir ve gurur gibi hastalıkların emareleridir. Davetçinin öncelikle ve mümkün olduğunca manevi hastalıklardan arınması lazımdır.
  2. Öncelikle ilmi, başkalarına edebiyat yapmak değil, kendimiz yaşamak için öğrenmeliyiz. Bizzat kendimizin ilimden istifademiz ve anlattıklarınızın faydası, amelimiz oranınca olur. Dolayısıyla mümkünse yaşayalım ve sonra anlatalım, ya da anlattıklarımızı yaşamaya önem verelim. unutmayalım ki asıl ilim, amelle taçlandırılandır.
  3. Her işimizde Allah'ın (cc) rızasını gözetelim. Hiçbir zaman “ihlası ve ihsanı” göz ardı etmeyelim. Meşhur deyimle “hesabi değil hasbi olalım” ki, asıl kazancımız olan ahirette ki sermayemiz zedelenmesin. Dünyalıklar zaten dünya gibi fani ve geçicidir.
  4. Bir işe başlamadan önce tashihi niyet yapalım. Malumunuz sahih niyet mubahları ibadete, niyetsizlik veya yanlış niyet se ibadetleri âdete dönüştürür.
  5. Resulullah'ın (sav) varisleri, davasının davacısı ve davetçisi olduğumuzu unutmayalım. Resulullah’ın (sav) minber ve mihrabını emanet bilerek hakkını verelim. Unutmayalım ki Resulullah'ın (sav) varisliği, etiket ve kuru sözle değil, pratikle olur. Yani İslam’ı en güzel bir şekilde temsil edip yaşayarak örnek olma ve insanlığa İslam’ı öğretmede, onun yolunu takip etmekle olur.
  6. Yürüyen Kur’an diye ifade edilen bir rehberin takipçisi olduğumuzu unutmayalım. Davetin iki dili vardır; “lisanı hal” ve “lisanı kal” bunları “temsil” ve “tebliğ” diye de adlandırabiliriz. Temsil; yaşantımızla en güzel örnek olarak İslam’ı anlatmaktır. Tebliğ se; dilimizle anlatmaktır. İslam’ı anlatmada anlatmanın etkisi %25 ise, lisan-ı kâlin, yani güzel örnek olmanın etkisi %75’tir. Unutmayalım ki pratiğimiz teorimizi yalanlıyorsa, İslam’ın lehinde değil, aleyhinde çalışıyoruz demektir. Bu durumda insanları ıslama çağırmış değil, adeta onları İslam’dan kovmuş oluruz ki, hiçbirimiz bunu düşünemeyiz. Bugün davet sahasında temsil boşluğu, tebliğin onlar katıdır.
  7. Sakın namaz kıldırma memuru olmak, imamlık ve davetçiliği meslek gibi görmek gibi bir gaflete düşmeyelim. Yüklendiğimiz emanet o kadar yücedir ki, maaş ya da dünya ve içindekilerle kıyaslanamayacak kadar değerlidir. Emanete hıyanet eden iflah olmaz. “Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.” (Ahzab 33/72)
  8. Kendimizle ilgili nefis tezkiyesi ve ruh terbiyesini ihmal etmeyelim. Bunun için; günlük Kur’an ve sahih sünnetle sabit olan nebevi ezkâr ve duadan birer vird edinelim. Yine günlük me’surat okuma, Resulullah (sav) ve ashabından mervi, günlük hayattaki duaları da ihmal etmeyelim. Başta teheccüd olmak üzere, nafile namazları, nafile oruçları da ihmal etmeyelim. Ta ki davetçinin en önemli ihtiyacı ve üç olgunluktan ilki olan manevi / ruhi olgunluğu elde edebilelim.
  9. Davetçi için olmasa olmaz ikinci olgunluk kültürel / fikri olgunluktur. Bunun için daha çok okumalı, ilim ve irfanımızı artırmalıyız. Zira davetçinin sermayesi ilimdir. O da çok okuma ve araştırmakla elde edilir. “Yarım doktor candan eder. Yarım hoca dinden eder.” Sözü boşuna söylenmemiştir. Mesleğini bilmeyen marangoz, demirci, inşaatçı; emek, malzeme, zaman vb. maddi değerleri heder eder ki, kayıp dünyalıktır. Ama mesleğini bilmeyen davetçi, din gönüllüsü; din, iman vb. manevi değerleri heder eder ki, kayıp ahiretliktir. Dünya ve ahiret ise kıyaslanamayacak kadar farklıdır.
  10. Kendimiz bizzat davetsel ve ilmi ders halkalarını ihmal etmeyelim. Böylece her gün ilmi sermayemizin üzerine bir şeyler koymuş oluruz. Aksi halde keseden yiyen tüccar misali, ilmi iflasımız kaçınılmaz olur. İşte nebevi öğüt: ''İki günü eşit olan zarardadır.'' (Deylemi Hz. Ali’den merfu olarak -zayıf bir senetle-)
  11. Genel konular, fıkıh, akaid ve ayet-hadis gibi değişik konularda birkaç ajanda veya not defteri tutalım. Örneğin genel konuların her birine 2-3 sayfa ayıralım. “ihlas” “takva” “ilmin fazileti” “namaz-oruç” “komşuluk” “anne-baba hakkı” gibi başlıklar aç. Sonra konularına göre ayet, hadis, hikmetli söz, kıssa, fıkra gibi verileri denk geldikçe buralara yazalım. Belki pek farkına varmayız ama, zaman içinde damla damla göl olur ve hazine değerinde bir ilmi kaynak ve el kitabı edinmiş oluruz. Tabi bunu bilgisayar ortamında klasörler içinde dosyalar halinde yapmak çok daha pratik uygundur.
  12. Öğrendiklerimizi öğretme ve ilim hizmetlerimizi aksatmayalım. Bu konuda Ali (ra) nispet edilen şu söz şiarımız olsun. “İlim, maldan hayırlıdır. Çünkü malı sen korursun; fakat ilim seni korur. Mal harcamakla azalır, ilim sarf etmekle çoğalır.”
  13. Marufu emretme ve münkerden sakındırmada çalışkan olalım. Unutmayalım ki mümin “bana ne” diyemez.  Zira her mü’min, artıları artırma, eksileri izaleyle etmeye çalışmakla görevlidir. Ayrıca “Her Müslüman ölünceye kadar bildiklerinin hocası, bilmediklerinin talebesidir.” Bir yandan bilmediklerini öğrenirken, diğer yandan bildiklerini öğretmeye devam etmelidir. Bu görev; isteğe bağlı bir tercih meselesi değil, imanın gereği bir vecibedir.
  14. Davetçinin muhtaç olduğu, üçüncü olgunluk, fiziki olgunluktur. Bunun için sünnete uygun ve sağlıklı beslenmek ve her yönüyle temizliğe riayet etmek önemlidir. Ayrıca bedeni zinde ve sağlıklı tutmak için, meşru dairede ve ihtiyaç oranında spordan da payımız olmalıdır.
  15. Davamıza infakı ihmal etmeyelim. Bilelim ki, azken vermeyen çokken de veremez. Ayrıca unutmayalım ki, cimriliğin tıbbi bir tedavisi falan yoktur. Onun yegane ilacı, sadece cömertliğin pratiği ve Allah (cc) yolunda infak etmektir.
  16. Hayatımızın tamamında programlı ve disiplinli olalım. Lalettayin yaşamak, maddi manevi hüsran ve ömür israfıdır. Programlı bir ömür programsız olandan onlarca kat daha, verimli, daha huzurlu ve daha bereketlidir.
  17. “Vakit nakittir” sözü doğru ama eksiktir. Bu sadece zamanın önemine dikkat çekmek içindir. Yoksa paranın zamanla kıyası mümkün değildir. Çünkü vaktin saniyesini dünyanın servetleriyle geri döndüremez, satın alamayız. Dolayısıyla vaktiniz hep faydalı işlerle değerlendirelim. Kur'an'ı Kerimde asra yemin edilmesi, ve zamanın bir sureye isim olması manidardır.
  18. “Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.” (İnşirah 94/7) ayeti ve “mümin hayırdan doymaz” (Tirmizi, İlim, 19) nebevi uyarısı gereği, müsait olan her zemin ve zamanımızı hayırlı amellerle değerlendirelim. Unutma ki bu ömrümüz, tek ve son şansımızdır, hiç kimseye ikinci bir ömür verilmeyecektir. Yegâne sermayemiz olan bu ömrümüzü ne kadar daha çabuk hayırlı amellerle değerlendirirsek, kazancımız odur. Dinlenmeyi kabre bırakalım, zira orada vaktimiz çok olacaktır.
  19. Hayır olsun şer olsun, “bir şeye sebep olan, onu yapan gibidir.” İnsanlara örnek olduğumuzu unutmayalım. biz hayırda örnek olalım ki, hayra sebep olalım ve ecrimiz artsın. “Davetçi eksilerden etkilenen değil, artılarıyla etkileyendir.”
  20. Unutmayalım ki insi ve cinni şeytanlar, kıyamete kadar düşmanımızdır ve her an pusudadırlar. Onlardan korunmanın tek yolu, rabbimizle bağımızı canlı tutmaktır. “Allah (cc) a yaklaştıkça şeytandan uzaklaşırız. Allah (cc) tan uzaklaştıkça şeytana yaklaşırız. O halde durduğumuz yere, nereye yakın olduğumuza dikkat edelim.” ayrıca “Şeytan ordularına karşı yegâne sığınağımız kulluk kalesidir.” Bu kalenin dışında oldukça, şeytanların çekim alanında, atış menzilinde ve açık hedefiyiz demektir.
  21. Şeytanlardan sakınır gibi teknolojinin şerrinden de sakınalım. Bugün Şeytanın en güçlü silahı, medyadır. Ne yazık ki medya, %90 şerre, %10 hayra çalışmaktadır. Bu oranın iyiye doğru değişmesi, hayrın temsilcilerinin gayretiyle olacaktır. “Netsiz kalma ama nete de dalma.”
  22. “Hepsi yapılamayanın tamamı terk edilmez.” İçinde bulunduğumuz an ve zaman içinde ne yapabiliyorsak, onu yapalım. Mükemmellikle aldatmak da şeytanın hilelerindendir. Şimdi yapmayan ilerde yapamaz. Biz mükemmelden değil, yapabileceğimizden sorumluyuz. Dolayısıyla yapabildiklerimizi ertelemeden yapalım. “Allah hiç kimseye kaldırabileceğinin üstünde bir yük yüklemez.” (Bakara 2/286)
  23. Sılayı rahm ve komşuluk ilişkilerine değer verelim. Meşru ve canlı ilişkiler ülfet sağlar ve insanların yüreklerini davaya açar. Asıl fetih yüreklerin fethedilmesidir. Yüreklerini fethettiğimiz insanlar, başka bir fetih gerekmeden her şeyleriyle İslam’a teslimdir zaten.
  24. Yanlış davranışlarımızla İslam’ın aleyhinde olmayalım. Unutmayalım ki, her davetçi İslam’ın aynasıdır. Biz İslam’ı pak ve temiz olarak yansıtmaya gayret edelim. Özellikle rehber konumunda olanlar daha çok dikkat etmek zorundadırlar. Onlar bembeyaz sayfaya benzetilirler, üzerlerindeki en küçük bir leke, hemen göze batar. Bir de cahillerin, kusurları katlayarak yaydıklarını göz ardı etmeyelim.
  25. Kardeşlerimizle aramızdaki bağları güçlendirmeye, pekiştirmeye devam edelim. Çünkü İslam, yalnız yaşanacak bir din değildir. İslam ihya etme sorumluluğu, çok ağır bir emanettir. O emanetin hakkını vermede, kardeşlerimizle yardımlaşma ve dayanışmaya çok muhtacız.
  26. Dava yolu uzun ve yükü ağırdır. Onu taşıyıp tahammül etmek, sabır gerektirir. Düşün ki bir ağaç bile, 10-15 yılda tam olarak meyve veriyor. Bahis konusu insan olunca, daha çok zamana ihtiyaç olduğunu unutmayalım. Uzun soluklu bir daha yolculuğuna hazır olalım.
  27. Bir kişiyle, bu çoluk çocukla ne olur ki demeyelim. Eğittiğimiz bu küçük çocuklar yarının toplumunu oluşturacaklardır. Yani biz davetçiler bir çocuğu veya genci eğitirken, yarının toplumunu eğitiyor ve hatta bir ümmet inşa ediyoruz. Başka bir deyimle, İslam binasının tuğlalarını döşemekteyiz. Kaldı ki, eğittiğimiz her bir çocuk, bir Mus’ab bin Umeyr olup Medinelerin fethine vesile olabilir. Ashabı Uhdud’a meydan okuyan genç olup, bir ülkenin imanına vesile olabilir. İş bu kadar ciddi ve önemlidir. Biz meseleye böyle bakalım.
  28. Çocuk ve gençlerin eğitimleriyle ilgilenmeyi, sadece yaz kurslarıyla sınırlandırmayalım. Yaz kurslarında okuyan çocuklarla ilgilenmeyi, mümkün olduğunca okul döneminde de devam ettirelim. Böylece çocuklar öğrendiklerini unutmaz ve bilgilerine yeni bilgiler katarlar. Aksi halde “bizim oğlan bina okur, döner döner yine okur” misali olur.
  29. Çocuk ve gençlerden yaşı ve seviyesi müsait olanlardan ders halkaları oluşturalım. Unutmayalım! eğitim ve terbiyenin bel kemiği, ders halkalarıdır. Vaaz, hutbe ve sohbet gibi dinlenip gidilen programlar, balık ikram etmek gibidir. Ama ders halkaları, balık tutmayı öğretmek gibidir. Böylece kişi hem kendini hem de başkalarını doyuracak seviyeye ulaşır. Tüm peygamberler, işe ders halkalarıyla başlamışlardır. Aşama aşama; “Müslüman fert” “Müslüman aile” ve “Müslüman toplum”u oluşturmuşlardı.
  30. Eğittiğimiz insanların kültürel ve fikri eğitimi üzerinde durduğumuz gibi, onların manevi ve ruhi eğitimleri üzerinde de duralım. Unutmayalım ki maneviyatsız fikir, ruhsuz beden gibidir.
  31. Başkalarının çocuklarını eğitirken, kendi çocuklarımızı ihmal etmeyelim. Kendi çocuklarımızı, ehil olan başka öğreticilere göndermemiz, daha uygundur. Çünkü aile bireyleri arasındaki yakınlık, disipline engeldir. Bu da çocuklarımızın gereği gibi eğitilip terbiye edilmelerini aksatacaktır.
  32. Özellikle imamlar olarak cami derslerini önemseyelim. Uygun gördüğümüz vakit namazlarından sonra 5-10 dakikalık küçük ders ve nasihatler damla damla göl olmasına vesile olacaktır. Bunun için kolay ezberlenebilen kısa ayet ve hadisleri seçebiliriz. Cemaatin seviyesine uygun; akaid, fıkıh, adabı muaşeret gibi dersler yapabiliriz. Ancak cemaatten uygun yaşta olanlardan ders halkaları oluşturmayı sür git devam ettirelim.
  33. Camileri dinin hapsedildiği mahaller değil, dinin yaşandığı ve oradan da dört bir yana yayıldığı merkezlere dönüştürünüz. Mescidi nebeviyi düşününüz… İbadetgah, karargah, her seviye ve sınıftan okul ve üniversite mahkeme, hükümet konağı, düğün salonu, sevinç ve tasaların paylaşıldığı en büyük alan/merkez vs.… Siz bunlara nice maddeler ekleyerek değerlendiriniz. Allah (cc) yar ve yardımcımız olsun. Amin. Subheneke... Bihamdike... Esteğfiruke... Muhammed Özkılınç