Dünyanın giderek kutuplaşmaya doğru gitiği malum. Ayrışmaların sadece "Din"ler üzerinden olmadığı, çoklu sınıfsal, etnik, mezhepsel ve çıkarsal sebepler üzerine bina edildiği bir zaman dilimi içerisinde yaşadığımız gayet açık. Aslında herbiri ayrı bir yazı konusu olan konu başlıklarına baktığımızda dahi, umutsuz bir tablo ortaya çıkıyor.

Tarihsel seyir içerisinde, biz müslümanların"Asr'ı saadet" olarak nitelediğimiz ve "Gayri müslim"lerle ne zaman bir güç dengesizliği ve mağlubiyet yaşasak, hemen dilimizin ucuna kadar gelen 29 yıllık "Hulafe'i Raşidin" döneminin günümüzdeki ve gönlümüzdeki tarifi "İslam Birliği" dir. 

Tarihte "İslam halifelik sistemi" güçlü ve zayıf dönemleriyle birlikte, Peygamber efendimizin "Ahirete doğumundan" son Osmanlı halifesinin görev yaptığı 1924 yılına kadar toplam 1292 yıl sürmüştür. Bu süre içerisinde, övgüyle bahsedilen ve adaletin en yüksek tecelli ettiği 4 halife dönemine hulafe'i Raşidin adı verilmiştir. İslam dininin, tüm Arap Yarımadasında kabulü ve oradan İran ve "Rum" diyarına doğru yankı bulduğu yıllar, İslam halifeliği sisteminin siyaseten ve icraen en güçlü olduğu dönemlerdi.

Daha sonraları, "Emevi" lerin eline geçen halifelik dönemlerinde, Nüfus yoğunluğu bakımından sürekli genişleyen ve kitlesel bir çoğunluğa sahip olmaya başlayan islam Devletinde suların hiç durulmadığı yıllar başladı. Çoğalarak genişleyen müslüman nüfusunun varlığı, buna mukabil"Özgül" ağırlığını kaybederek ilerledi.

Halifeliğin, saltanata evrildiği bu yıllarda, Emevilerden sonra hilafet makamını ele geçiren "Abbasiler" de, en az Emeviler kadar, halifeliği "Dünyevileşme" aracı olarak kullandılar ve Emeviler tarafından kendilerine yapılan zulümlere, karşı zulümlerle cevap verdikleri bir intikam aracına dönüştürdüler Hilafeti..

29 Yıllık Hulafe'i Raşidin döneminden arta kalan asırlar boyunca, İslam aleminde özlenen ve idealize edilen "İslam birliği" hemen, hemen hiç sağlanamadı. Ortaçağ Avrupasının mezhep kavgalarıyla kendi içlerinde yaşadığı kavga ve savaşlar devam ettiği süre içerisinde, islam alemi, hristiyan Dünyasının saldırılarından emin yaşamıştı. Ne ki, bu yıllarda da kendi içindeki saltanat ve taht kavgaları, islam dünyasını bir türlü yek vücut bir çatı altında toplayamadı. Tıpkı şimdi olduğu gibi...Ardından peş peşe gelen "Haçlı savaşları"

İslam Birliği hayali, yüzyıllardır tüm müslümanların ortak hayalidir ve en büyük hülyasıdır. Özellikle, Osmanlı'nın son yıllarında, Cennet mekan Abdülhamit Han, bu birliği oluşturabilmek ve hayata geçirmek için çok gayret etmiştir. Hindistan ve Güney Asya müslümanlarıyla sıkı bir diyalog kuran Abdülhamit Han, teknolojide devrim yapan ve kendi içlerinde "Çıkara dayalı" birlik oluşturmayı başaran Avrupa ülkelerinin saldırıları karşısında dayanamayarak, 33 yıllık bir mücadelenin sonunda tahttan indirilerek bertaraf edilmiştir.

Yakın tarihimizde bu İslam Birliği arzusu bitmemiş, Mısır'da "İhvan"hareketini kuran ve ümmetin vahdet ve kardeşliğini tesis etmeyi hedefleyen Hasan El Benna, peşinden Seyyid Kutup'la ve çok sonraları Milli Görüş hareketini kuran Necmeddin Erbakan ile devam ede gelmiştir. Günümüze döndüğümüzde, tüm dünya üzerinde tek merkezli bir "İslam Birliği"nin müslümanlar açısından zarureti aşikardır. Müslümanların yaşadığı coğrafyanın hemen, hemen tümünde Emperyalist Batılı güçlerin egemen olduğunu söylersek yalan söylememiş oluruz. Hristiyan Batılıların mutlak galibiyetinden bahsetmek doğru bir yaklaşım olur. Evet bugün, islam memleketleri askeri olarak olmasa da, ekonomik ve kültürel açıdan tamamen "İşgal" altındadır. Kimliklerine tamamen yabancılaşmış bir nesilde cabası!

Peki! Bunun altında yatan sebep nedir? Ortaçağ yıllarında mezhep savaşlarında birbirlerini boğazlayan Avrupa, ne oldu da, bugün Dünyaya egemen hale geldi. Müslümanlar neden kaybetti bu savaşı?

Bu sorunun cevabı için başa dönmemiz gerek. Yazının başında bahsettiğim konu başlıklarına göz atmak elzem! 19. Yüzyılın ortalarına doğru, kendi aralarında ki asgari ihtilafları, azami müşterğe çevirmenin yolunu keşfetti Batı! Neydi bu? Güç! Evet, bu para, çıkarlar ve güç idi. Küçük devletçikler olarak tek başlarına hiç bir anlam ifade etmediklerini farkeden Batı, bütün güçlerini, dönemin süper gücü Osmanlı'yı ve İslam alemini yıkmak için bir araya getirdi. Zira, Osmanlı yıkılmadan ve müslümanlar küçük devletçiklere bölünmeden, kendileri asla büyüyemeyeceklerdi. Avrupalılar ortak çıkarları etrafında birleşerek verdikleri mücadelede gayet başarılı oldular ve halen de bu zaferlerinin meyvesini toplamaktadırlar.

Sorunun cevabı kendiliğinden ortaya çıktı. Batılıların aksine, kendi içinde ki, ihtiras ve saltanat kavgalarını bir türlü bitiremeyen islam topluluğu, Hristiyan dünyasının birlikteliği ve savaş sanatında yeni teknolojileri elde etmesi karşısında dayanamadı ve dayanamazdı.

Batılıların, müslümanları mağlup edişinde kullandıkları en önemli silah, müslümanları "Asgari ihtilafları"nın kullanarak bölmeleri olmuştur. Bir zamanlar kendilerini güçsüz düşüren virüsü müslümanlara bulaştırdı Batı Dünyası. 

Bugün İslam Birliğinden bahsetmek hepimize çok "Romantik" gelmektedir. Suriye'de, Irak'tai Libya'da, Tunus'ta, ve her bir yerde Hristiyan Batının tokatını yediğimizde, ilk aklımıza gelen ve hepimizi derinden iç çektiren "İslam Birliği" Çoklu islam anlayışının günlük yaşamımızı, sınıflarımızı, sorumluluklarımızı ve gelecek planlarımızı çok çeşitli yönlere kaydırdığı bir "Eksen" problemiyle karşı karşıyayız. Örneğin, Güney Asya müslümanları olarak bilinen ve sayısal bakımdan Dünya müslümanlarının %19 unu temsil eden Endenozya ile yine %10.9 unu temsil eden Pakistan arasında, dini birlikteliğin dışında ne tür bir ortak eksen bulabilirsiniz? Veya, İslamın sembol merkezi durumunda bulunan Arap müslümanlığının merkezi konumunda ki "Körfez ülkeleri" ile, açlık ve sefaletle boğuşan "Afrika" müslümanlarını hangi payda da buluşturabilirsiniz? 

İslam inancı tek başına bir eksen değilmidir? sorusunun cevabına evet diyebilmek için, Hz. Ebubekir ile, Hz. Bilal'i Habeş'in yaşadığı merkeze dönmemiz lüzum eder. Bu ise, Mekke'de sefahat içinde yaşayan ve yılda 70 Bin dolar kazanan birSuud'lu müslümanla, Mogadişu'da yaşayan ve ekmek bulmak için günlerce sıra bekleyen bir müslüman arasındaki sınıfsal farklılığın ortadan kalkmasıyla mümkündür. İslam kutlu bir eksendir ve kendi merkezinde adaleti emreden ve uygulayan yegane hakikattir. Lakin, günümüz dünyası müslümanlarının bir kısmı bu adalete ihtiyaç duymamakta ve adalete şiddetle ihtiyacı olanların ise, bu düzeni değiştirecek gücü bulunmamaktadır. Günümüzde olduğu gibi, kabul etmesek ve laetlesek te, bu iki dengesiz topluluk arasında "Link" kurma işi "DAEŞ" ve benzeri terör örgütlerine kalmıştır. Aslında bu boşluktan faydalanan art niyetli ve islami düşünceden uzak "Harici" terör grupları demek daha doğru olacaktır. 

Hayal etmek çok güzeldir. Elbette, hayaller olmasaydı, büyük zaferlerde olmazdı. Lakin, önümüzde görünen resim bu idalin ne kadar realize edilebileceği konusunda bize pek umut vermemektedir. Öncelikle eşyanın tabiatıyla çelişmektedir idealimiz! Sünnetullah dediğimiz hakikatin çelik duvarına çarpmaktadır.

İslam Birliği gerçekleşemeyecek bir rüyamıdır? Hayır! Tabi ki gerçekleşebilir. Lakin bunun olması için "Gereklilik" Şarttır. Herşey, lüzumunda zuhur eder! Yani bir şeyin olması için evvela ihtiyacın doğması gerekmez mi?

Günümüz islam alemi maalesef böyle bir ihtiyaç hissetmemektedir. Ulusçu ve etnitize devletçiklere bölünmüş müslüman coğrafyasında, islami değerler alıcı bulmamaktadır.

Dünyevileşme ve "Bana ne" zihniyetinin etkisi altında kalmış İslam memleketleri, Batılılardan dah batıcı bir yaşamı benimsemiş ve tüm bunlarla beraber, kendilerinden istenen her şeye karşı "Bir ücret talep eder hale gelmiştir."

Bilgenin dediği gibi "Cennet olmasaydı namaz bile kılmaz idi" sözünün tam karşılığı bugün mevcuttur.

Hülasa, bahsettiğim ve bahsedemediğim onlarca sebep- sonuç ilişkisi yumağından cevapla, İslam Birliğinin oluşması için "Reel" sebepler oluşmamıştır, bulunmamaktadır. Ne ki, Dünya müslümanlarının selameti ve bekası için olmaz ise olmazın adı da yine "İslam Birliğidir!" Tüm bileşenlerden doğru bir sonuç çıkmasa da, bu ideal etrafında buluşabilmek bile başlı başına bir adımdır. İslam Birliği bir ütopya değildir, lakin uğrunda çok mücadele edilmesi gereken ve kazanılması zor bir hedeftir. Ama asla imkansız da değildir...