Suçlar aldı başını gidiyor. Hırsızlık ve dolandırıcılık, diğer suçlar karşısında neredeyse masumiyetini ilan edecek düzeyde. Özellikle darp, cinayet, haneye tecavüz, küçük yaştaki çocuklara karşı işlenen tecavüz ve cinayet hemen her gün haber bültenlerinin ana menüsü olmaya devam ediyor.

 

 

En son bir babanın iki minik yavrusunu katlettikten sonra kendi yaşamında son verdiği hadise herkesin yüreğini derinden yaktı. Bize ne oluyor? Dedirten cinsten can yakıcı olaylara öyle sık rastlanır hale geldi ki, neredeyse ayda birkaç kez zuhur ediyor bu nevi cinayetler.

 

İki gün önce Gaziantep'te 18 yaşında bir gencin bazı kişi ya da kişiler tarafından hunharca katledilmesi, toplumda ciddi bir korku ve infiale sebep olmaktadır. Katillere bu kadar kolay cinayet işleme cesaretini veren nedir?

 

Cinayetleri işleyenlerin genel profilleri, ailesiyle sorunlu ve kendi hayatıyla barışık olmayan problemli tipler! Bir insanın kendi öz çocuklarına, hele hele savunmasız, henüz üç beş yaşındaki bebelerine kıyması ne menem bir ruh halidir, nasıl bir psikodur anlayabilmek mümkün değil. Bir babanın kendi yavrularını gözlerinin içine bakarak öldürebilmesi, bırakın insanlığı, hayvani dürtüleri bile şaşkına çeviren bir işrettir!

 

Yürekleri dağlayan ve bu cinayeti işleyenlere karşı ruhumuzda derin bir öfke ve nefret oluşturan hadiseleri yorumlayabilmek çok zor olsada, bu cinayetlerin sebepleri üzerinde kafa yormak zaruri olmakla birlikte, gelecekte bu nevi cinayetlerin önünü alabilmek için bu kişilerin ruh hali, sebep sonuç ilişkileri üzerinde, tanı/Teşhis/Tespit ve caydırıcılık esasından müdahale elzemdir.

 

İnsanları bir canavara dönüştüren şeyi tespit, "mevcut sistemi, kanunların yeterliliği, toplumsal ahlak, kadının toplumdaki yeri, basın ve medyanın etkileri" ana başlığında incelenerek mümkündür.

Her birisi kendi dalında ayrıca bir analiz konusu olan bu hususlar eşliğinde bu cinayetlerin sebeplerine gitmek gerekir. Diğer türlü, her birisi "Adli vaka" olarak kayıtlara geçecek ve önü alınamaz bir süratle, ivme kazanarak devam edecektir.

 

Benim değinmek istediğim hususların başında "Toplumsal ahlak, kanunların yetersizliği ve medyanın rolü" olacaktır.

Aslında bu üç başlıkta birbiriyle doğrudan ilintili ve birbirini tetikleyen hususlardır.

 

Televizyon kuruluşlarının reyting uğruna yayınladığı diziler baştan sona "Kabadayılık, kavga, cinayet" gibi ritüellerle dolu. Maalesef, çeteleşmeye özendiren diziler en çok izlenenler arasında bulunmaktadır. Bununla birlikte, ahlakı hiçe sayan yarışma programları, erotizm içerikli şov programları toplum ahlakını doğrudan ilgilendirmektedir.

 

 Kapitalist sistemin "Ölümüne tüket!" felsefesi, saf zihinleri dejenere ederek, meşruluğunu sorgulamadan kazanmaya, hep kazanmaya, nasıl olursa olsun kazanmaya yöneltmektedir.

Toplumun inancıyla ters düşen gayri meşru kazanma yöntemleri, maalesef Devlet tarafından meşru ilan edilerek "Loto, toto, Milli piyango" gibi çekilişlerle yapılmaktadır.

 

Bunun mantıken bir izahı yoktur! Bir taraftan manevi değerler üzerinden politika yapıp, diğer yandan manevi dinamiklere tamamen ters uygulamaları meşrulaştırmak!

 

Bunun canilikle ne alakası var? Diyorsanız eğer! Elbette var! Sürekli tüketmeye ve daha çok kazanmaya tetiklenen bir toplumun cinnet psikosuna düşmesi elbette en muhtemel olan şeydir. Yaşam gerçekleriyle uyuşmayan dizilerle güdümlenen hasta ruhlu kimseler, elde edemedikleri ve mevcut sistem medyası tarafından sürekli tetiklendikleri nimetlere erişmek için "Her yol mubah" sayacaklardır.

 

Ayda 1600 lira kazanmaya programlanmış bir adamı, Beş bin liralık tüketime zorladığınızda, zaman içerisinde tüm manevi duygularını yontarak, bir "Materyal canavarı" ortaya çıkartırsınız! Sistem iki yüzlülük yapmaktadır. "Ya bu topluma sürekli tüket algısından vazgeçmeli, ya da telkin ettiği tüketime eş, meşru kazanmanın yollarını açmalıdır"

 

Özellikle medya kanallarının yayınladığı mafya vari diziler yasaklanmalıdır. Zira gençlerin zihninde olumsuz örneklemeler, hasta ruhlu psikopatlar tarafından gerçek hayatta uygulamaya konulduğunda, bu nevi cinayetlerin sıkça yaşanması muhtemeldir. Suçların işlenmeden önlenmesi gibi bir kavram olmalıdır. Evet! Bir suçun işlenmesini önleyen

 

Yasalar cezalandırıcı olmadan önce mutlaka önleyici olmalıdır. Önleyicilik "Caydırıcılık" ile mümkündür. Bu bağlamda en kusursuz sistem modeli ceketimizin iç cebinde unuttuğumuz "İslam hukukudur"

Beşeri sistemler masumdan çok suçlunun haklarını koruyan ve kollayan çelişkilerle doludur.

 

İnsan hakları örgütleri ve Uluslararası af örgütü gibi Batı menşeli kuruluşlar, hapishane koşulları ve suçluların haklarını savunan raporlar yayımlarken, maktüller hakkında ne bir makale nede rapor hazırlamaktadırlar. Zira ölen ölmüş ve kalan sağlar onlarındır!

 

Türkiye STK'ları İslam hukukunu konuşmalılar. Bu hususta ehil ilim adamları, DAEŞ, FETÖ ve benzeri terör örgütlerinin etkisiyle oluşan kötü algıyı ortadan kaldıracak ilmi ve bilimsel çalışmalar yapmak suretiyle, İslam hukukunun ne DAEŞ'in vahşi uygulamalarıyla ve nede FETÖ’ nün "Herşey mübah" anlayışıyla hiç bir alakasının olmadığını ortaya koymak zorundadırlar.

 

Toplumumuzda hızla ivme kazanan, uyuşturucu kullanımı ve satışı, basit sebeplerden dolayı çıkan kavgalar ve cinayetlerin önünü alacak yegane sistem ve model "İslam hukukudur"

 

İslam hukuku sadece "Kısas" ile anılmamalıdır. Osmanlının 600 yıllık tarihinde kısas uygulaması parmakla sayılacak kadar azdır. Arşivlere bakıldığında birkaç recm ve birkaç hırsızlık vakası dışında uygulanmamış. İslam hukuku suçu önleme noktasında, suça giden tüm yolları kapalı tutan bir anlayışla, suçların oluşmasını önleyen yegâne "İnsani" ve barışçıl sistemdir.

 

 Hülasa Türkiye'de mevcut yasaların caydırıcılığı üzerinde fikir beyan edilecekse, bunun yanında İslam hukukunun da mutlaka konuşulması ve tartışılması gerekmektedir.