Hidayeti ancak kalbi açık olanlar alabilir. Bir çok müsteşrikler ve zeki insanlar hidayetten nasiplenmezken, sıradan insanların nasiplenmesi ancak kalbin anlaması, idraki ve görmesiyle olur. Kalbimizi hakikatlere açalım. Onun yolu zikrullahtır.

Lübb; bir şeyin özü, hakikati, cevheri demektir. Kalb ve akıl insanın cevheri ve hakikati olduğu için bu kelime ile ifade edilir. Her tür şaibeden uzak, saf, temiz ve tam akıl mânâsında Kur’ân-ı Kerîm’de yer alır (Mu’cem, II, 560; Müfredât, s.646). Lübb, normal akıldan ziyade, hidayet nuruyla “aydınlanmış akıl”dır. İlâhî hükümlerin inceliklerini (Bakara 2/179; Sâd 38/9, 29, 38), takvanın en önemli azık olduğunu (Bakara 2/197), hikmetin önemini (Bakara 2/269), ilâhi öğütlerin kıymetini (Âl-i İmran 3/7; Râd 13/19; Mümin 40/54; Zümer 21/39), yerlerin ve göklerin yaratılış hikmetlerini (Âl-i İmran 3/190; Yusuf 12/111) görüp anlayan ve ibret alanlar, kalbin bu derecesine ulaşmış mümin kimselerdir. Alıntı

SADR: 42 yerde geçen sadr kelimesi, bir şeyin baş tarafı veya en üst kısmı, bir bölümü, kişinin yöneldiği taraf, boyundan karın boşluğuna kadar olan vücudun ön kısmı, göğüs ve bağır; reis ve kumandan (İbn-i Manzur, IV,445; Müfredât, s.276) gibi mânâlara gelmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de sadrın “genişleme ve daralma” (En’âm 6/125; Zümer 39/22), sıkıntılardan şifa bulma (Yunus 10/57; Tevbe 9/14) özelliklerinden bahsedilir. Ayrıca sadr; kalbleri çevreleyen, kalblerin içinde yer aldığı mekân (Hacc 22/46), arzu ve ihtiyaç mahalli (Mümin 40/80; Haşr 59/9), bilgilerin korunduğu yer (Ankebut 29/49), kin (A’raf 7/43), kibir (Mümin 40/56), korku (Haşr 59/13) ve vesveselerin yer ettiği mahal (Nâs 114/5) olarak tasvir edilir.-alıntı

Fuâd; Kur’ân-ı Kerîm’de 16 yerde zikredilir. Kelime mânâsı “yanıp tutuşmak” demektir. Maddenin aşırı sıcak ve hararet üzere çevrilmesidir. Kalbin, çeşitli duygularla çok fazla, aşırı etkilenmesi, yanıp tutuşması sebebiyle kalbe bu isim verilmiştir. Dilimize “gönül” olarak çevrilir. Kalbin ortası, kılıfı, içi gibi mânâlarda kullanılır. Kalb sadrın ortasında olduğu gibi, fuâd da kalbin ortasında yer alır. Sorumlu tutulan (İsrâ 17/36), doğrulayan ve yalanlayan (Necm 11/20); gönlün meyletmesi (İbrahim 14/37), gönüldeki yakıcı ateş (Hümeze 104/7), hâlden hâle dönüşen (En’âm 6/110) nitelikleri ile Kur’ân’da yer aldığı görülür.
alıntı

Kalb kavramı tekil ve çoğul, izafetli veya izafetsiz biçimleriyle Kur’ân-ı Kerîm’de 135 yerde geçmektedir. Bunun yanında kalb ile yakın alâkalı birçok kavram yer alır. Bunlar sadr, fuâd, lübb, nühâ, hılm ve hicr’dir.
Kalb kelimesi Arapçada, bir şeyin içini dışına çıkarmak, altını üstüne getirmek, ters çevirmek, bir şeyi başka bir şeye dönüştürmek ve değiştirmek gibi mânâlara gelmektedir. Bu değişken özelliği sebebiyle bu şekilde “kalb” olarak isimlendirildiği belirtilmektedir (İbn-i Manzur, I, s.687).

Peygamberimiz’in Numan b. Beşir tarafından rivayet edilen ve sahih olduğunda hiç şüphe olmayan “Dikkat edin cesette bir et parçası vardır. O düzgün olursa bütün beden iyi olur o kötü olursa bütün beden kötü olur.”
Abdurrezzak’ın Musannef’inde Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre Rasul-i Ekrem şöyle buyurmuştur: “Kalp (bedenin) sultanıdır ve onun orduları vardır. Sultan düzgün/iyi olursa askerleri de düzgün/iyi olur. Sultan bozuk/kötü olursa orduları da kötü olur. Kulaklar bu sultanın habercileridir. Gözler bekçileridir. Dil sultanın tercümanıdır. Eller (tebaasını kuşatan) kanatlarıdır. Ayaklar postacılarıdır. Ciğer şefkat ve merhamet kaynağıdır. Dalak ve böbrekler (kendisine yönelen tehlikeleri bertaraf eden) tuzaklarıdır. Akciğer (hayatın kaynağı) nefestir. Sultan iyi olursa askerleri de iyi olur, sultan kötü olursa askerleri de kötü olur.” (Abdurrezzak, el-Musannef, XI. 221
Mikdad b. Esved der ki; Allah Rasulü’nden öyle bir söz işittim ki, sonunu görmeden hiç kimse hakkında iyi yahut kötü diyemez oldum. Allah Rasulü şöyle buyurdu: “Ademoğlunun kalbi (ateşin üzerindeki) tencere gibi kaynayan şeydir, sürekli değişir.”
Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: “Kalbe kalp denilmesinin sebebi çok değişken olduğundandır. Kalbin misali çöldeki bir ağacın üzerinde asılı kalan kuş tüyünün misali gibidir. Rüzgâr onu bir oraya bir buraya savurur.” (Ahmet b. Hanbel, Müsned IV. 409)