Bencilliğin başını alıp gittiği bir çağda, fedkarlıklara ne kadar çok muhtacız.

Öyle ki insanlık, bencilliğin içinde nefes alamıyor.

Herkesin "yeter ki ben kazanayım, yeter ki ben doyayım, yeter ki ben alayım" hevesi bir türlü doymak bilmeyen azgın bir nefse dönüşmüş durumda.

Kendinden başka kimseyi görmeyen ve düşünmeyen bu çağın insanları, aslında en büyük kötülüğü ilk başta kendilerine yapıyorlar.

Şu üç günlük dünyada, kazandıkça biriktiren, yedikçe şişen maymun iştahlı insanları durdurmak imkansız bir hale gelmiş.

Kanaati kaybeden insanlara, tüm kainatı versen dahi doymuyorlar.

Komşusu aç yaterken, elindekileri yastık altına atan insanlar ne kadar da insanlıktan çıkmış durumdalar.

"Müslümanım" diyen bu insanların doymak bilmeyen nesifleri, sanırım musalla taşında doyacaktır.

Oysa Efendimiz (s.a.v) kendisinden bir şey isteyeni  asla boş çevirmezdi.

Kendisinden bir şey istenildiği zaman, o an verecek hiçbir şeyi olmasa bile muhakkak bir imkânını bulur, infaktan geri kalmazdı.

Öyle ki, bir gün muhtaç bir kimse gelerek bir şeyler istedi. Allah Resûlü, "Yanımda sana verebileceğim bir şey yok, git benim adıma satın al, mal geldiğinde öderim.” dedi.

Bunu duyan Hazret-i Ömer (r.a.) "Ey Allâh’ın Resûlü! Yanında varsa verirsin, yoksa Allah Sen’i gücünün yetmeyeceği şeyle mükellef kılmamıştır.” dedi.

Peygamber Efendimiz, Hazret-i Ömer’in (r.a.) bu sözünden hoşnut olmadı. Ensar’dan biri, "Anam, babam Sana fedâ olsun yâ Resûlallâh! Ver! Arş’ın Sahibi azaltır diye korkma!” dedi.

Bu sahâbînin sözleri Efendimiz’in hoşuna gitti. Tebessüm ederek, "Ben de bununla emrolundum.” buyurdu.

Yani Peygamber Efendimiz, borç alarak infâk edebilecek kadar cömertti. O’nun diğergâmlıktaki bu kâ’bına varılmaz incelik ve zarâfeti, biz ümmeti için ne güzel bir fiilî kıstastır.

Yine Allah Rasûlü’ne bir süt getirilse, onu önce fakir sahâbîler olan Ashâb-ı Suffe’ye ikram ederdi. Ashâbı açken kendisini doyurmayı düşünmezdi. Zira O’nun nazarında infak ve fedâkârlığın hazzı, duyulabilecek bütün lezzetlerin üzerindeydi.

Çünkü o malın ve rızkın paylaştıkça çoğaldığına inanırdı.

Biz bu asrın insanları ise paylaştıkça azalacağına inanıyoruz.,

Hatta paylaşıldıkça biteceğine.

Ne diyordu Cahit Zarifoğlu, "iliyor musunuz ben bu çağdan nefret ettim, etimle kemiğimle nefret ettim."