Örgüsünü alır otururdu pencerenin kenarına, bir yandan parmakları ile işlemesini örerken gözleri ara ara  sokaktaki köşe başına dalar ve her dalışta derin bir nefes alırdı.Ve iç sesiyle konuşmaya başlardı. Şimdi şu köşe başından çıksa da gelse zümrüt saçlım, uzun boylu gamzelim, bıyıkları sırmalım,aşk okyanusum, bana söylenmiş bütün sözlerin sahibi, bütün mevsimlerden nasibimi aldığım, uzak neresi dediğimde yakınımda yok olandır dediğim, bir gün değil bir saat bile görmezsem dünya benim zindanım olur dediğim; ay ne ki, yıldız ne ki, belki güneştir en yakın aydınlık ey benim deli sevdam , aşk gömleğim, aşka dönüşmüş kimliğim, salına salına yürüyüşünü gözümün alabildiği en uzaktan tanıdığım deyip dalıp dalıp giderken işlemesindeki tığlar parmağına battığında ancak onun acısıyla kendine gelir ve şöyle derdi.

Ne vardı sanki daha yirmi dört saat geçmemişti ayrılalı bu kadar özlemek neydi, nedendi? Gözlerinin içinin gülmesi yok muydu diyor. Halbuki yirmi yıl geçmiş evlendikleri günün üzerinden çocuklar büyümüş üniversitelere gitmiş kendileri hala ilk gündeki gibi, yani ocağın ateşini dedi tüttürmek için her gün aşk sözleri, özlemler sevgiye dair ne varsa kördüğüm gibi bağlanmışlar birbirlerine. Soğumasın istiyorlar birbirlerine karşı bakışları, gülüşleri , sevişleri, kızgınlık olmasın bu evde diye sürekli telkin ediyorlar birbirlerini. Sevdiceği kapıya gelmeden adımları evden dışarı çıkmak istemiyor.

İllaki güzel sözler ve bakışlarla uğurlaması gerek kendisini. Biliyorki yaz kokulu yari ona en güzel enstrümantaldan daha güzel konuşuyordu. Güzel şarkılar söyleyip, şiirler okuduğunda lodos esintilerinin sürüklediği deniz dalgalarından sonra hep aynı koltuğa oturduğunu hem de saatlerce kalkmadan , kitapların sayfalarının arasında gezmedik düşünce, dolaşmadık coğrafya bırakmadığını düşündü gözlerinin içi gülerek. Hele kitaplıktaki bir kitabının eksildiğini ya da yerinin değiştirildiğini görsün sinirlenirdi, üzülürdü derdi içinden. Geçtiği yerlerde izini hatırlar ve izinin kaldığı yerlere de dönüp dönüp  bakmalı derdi. Mahalleli gibi görünürdü ama ufku asla mahalleli değildi, evrensel bir ufka sahipti kalın sağır duvarlar oluşturmazdı  hiçbir zaman. Husumet ve tahammülsüzlüğü asla sindiremez ve kabullenemezdi.

Elindeki imkanı hiçbir zaman öç alma  duygusuna çevirmezdi. Her zaman bu düstura inanırdı ve uygulardı. Güvenle dostlukla samimiyetle kapısını hep açık tutar, geleni kapıda karşılar gideni de kapıya kadar uğurlardı. İyi, değerli güzel işler ne kadar ağır da olsa her zaman o yükün altına girerdi. O her zaman kalbini dinleyip yürüyenlerdendi. Kalbi nereye işaret etmişse hep oraya. O derdi vuslatın da, ayrılığın da, acının da aşka dahil olduğunu hatta ölümün de. Herkes gibi karşıya geçme sevdasına düşmedi, her zaman yerinde sabit kaldı. Tel kopup ahenk kesilince ara açılıp derinleşir.  

Dava bitince, dert ve ideal olmaktan çıkınca yeni bir sayfa açalım demenin hatta açmanın hiçbir anlamının olmayacağına inanırdı. Diğer yandan hakikatin hiçbir zaman yok edilemeyeceğine, perdenin ne kadar kalın olursa olsun hakikat-i ebediyen örtemeyeceğine, örtse bile onun yeniden filiz vereceğine ve yeşereceğine inanırdı. İnsanların acımasız eleştirilerinde onlara karşı öfke değil de o yüze bir daha bakmak isterdi onu tanımak için. İnanmanın güçlüğüne inanırdı, yaptığı işe inanmamak ona göre zayıflıktı. Düşüncesi kalemi her zaman doğruydu.

Üstü kapalı kıvırmazdı, yazarken de konuşurken de doğru olan neyse onu söylerdi. Her zaman insanın içine ,derine daha derine bir kazı yapar gibi ilgilenirdi. Hayattaki dikkati dünya gölgeliğinden çıkıp yolculuk bittikten sonra öbür tarafta bu dünyada ne yaşamışsak hepsinin bedelini şöyle veya böyle ödeyeceğimiz bilinciyle gereğini düşünerek yaşardı. Yaşarken de konuşurken de kimin ne dediği kesinlikle umrunda değildi. Hayatının her döneminde nasıl inanınmışsa öyle yaşardı. Bazen en yalnız insan olarak kalırdı. Aslına bakılırsa Ebuzer gibi tek bir ümmetti

Ardından her baktığında yatağını bulamamış, değeri bilinmemiş, ve kendisi gibi değerlerin harcanmasında mahir olanların nasıl düşündüklerinin bir ehemmiyetinin olmadığına inanırdı. Herkesin yüreğine dokunmak ister ve bazı yüreklerin durumu üzüntüsünü uzun süre devam ettirirdi. Doğruya doğru eğriye eğri demekten çekinmezdi. İnsanlarla arasına mesafe koymazdı ve bu mesafesizlik yüzünden zaman zaman kaybetti de.

Çünkü emeğinin kadri çok kere bilinmedi yani ekmeği tuzsuzdu. Mesafe koydu ama duruşunu bozmadı çünkü yüceltilmiş hayata itibar etmedi, dünyanın ardından koşmadı. O bir sorumluluk üstlenmişse onu yere düşürmemek için elinden gelenin fazlasını yapardı. Çeldiriciler ile ilgilenmezdi, küçük hesaplar yapmaz, düşmemeye dikkat eder düşüncesini değiştirmezdi. Acı hüzün gibi kendisini sarsan, hırpalayan olaylara karşı kendi tasavvuru ve kurgu gücüyle bu acziyetleri düzeltir ve gerekirse misilleme yapardı. Hayatın çok derinden kaynadığını ve gerçekten insanı umursamadan bir nehir gibi akıp gittiğine inanırdı. İnsan olan herkesten her an her şeyi beklenir derdi.. Sen benim hakimimsin derdi,en çıkmaz sokakların kapısını ana caddelere bağlayanımsın derdi. Hiçbir zaman, artık bitti demeyen neyi beklediğini bilerek bir gün yeniden filizlenecek umutlarıyla yaşardı.