İnsanların çeşitli ırk, dil ve renklerle yeryüzüne yayılmış olması ve bu farklılıkların, tanışmak ve bilinmek için olduğu kadar, birlikte yaşayabilme noktasında sıkı bir imtihan olduğu, hemen her devirde öne çıkan bir mihenk olarak karşımızda duruyor.

Devletlerin ve toplumların medeniyet göstergelerinin en belirgini, hiç kuşkusuz aralarındaki en zayıfların haklarının ne kadar korunduğu ile alakalıdır. Bu zayıflar arasında; kimsesiz çocuklar kadar, yaşlıların durumu ile, kadınlar kadar zor durumda kalan yolculara muamele anlayışı gibi köşe taşları vardır.

Toplumlar için kendinden olan zayıflara yaklaşım kadar bir diğer net medeniyet göstergesi de kendinden olmayanlara reva gördüğü muamelelerdir. Kendinden olmayanlar; dini, ırkı ya da dili farklı olanlar olabileceği gibi, teninin rengi farklı olanlar da olabilir.

Burada kendinden olmama ibaresi bir durum tespitidir. Aksi halde zaten insan olmakla her birimiz mutlak ve kesin bir eşitliğe sahibiz. İnsan onur ve haysiyetine yaraşır bir muameleyi herkes hak eder.

Tarihin şahitliği ve günümüzün yaşanan birçok olayı göstermiştir ki; biz Müslümanlar, gerek teori gerekse pratikte, insanlar arasında ayrım yapmadan muamele noktasında örnek bir duruşa sahibiz.

İnananların kardeş kılınmasında, ayrılıkların silinmesi olduğu kadar, inanmayanların düşmanlaştırılması gibi bir yanlışa düşmek de yoktur. İç bağları sağlam tutan ve kenetlenen toplumların, özgüven ve huzurla, diğer toplum modelleri ile münasebete girdikleri sosyolojik bir gerçektir.

İçinde kin ve nefret barındırmayan, her din ve ırktan insanı muhtemel kardeşi olabilecek kişiler olarak gören ve tabii ki dininin ve adetlerinin bir gereği olarak bu insanlara iyi davranan, dürüst iş yapan ve aldatmayan, kalplerini kazanmayı dünyanın en değerli işi olarak gören bir anlayıştan da ancak bu beklenir.

Bundan 100 yıl kadar önce, işgalciler ve onların rüzgarına kapılarak yüzyıllardır devam eden toplumsal barışı imha eden yerli işbirlikçilerinin, bu topraklara yaptıkları en büyük kötülük, insanlar arasında uzun süre devam eden ve derinleşen bir düşmanlık tohumu ekmiş olmalarıdır.

Gaziantep tarihinin buna şahitliği oldukça önemli bir örnektir. Bu şehirde, farklı mezheplerden Hristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar daha düne kadar huzur içinde yaşamış ve bölgemizde yaygın olduğu üzere, Osmanlı devlet idare anlayışının bir sonucu olarak, şehir ve kazaların idarelerinde de söz sahibi olmuşlardı.

Halbelkader elime ulaşan, 1321/1903 tarihli Halep Salnamesi’nden Ayıntab (Gaziantep) kazasının nüfus cetveli. İslam, Ermeni, Katolik, Protestan, Latin ve Yahudi nüfusu hakkında verilen bilgilerle geçmişe ışık tutuyordu.

Salnameye göre, Ayıntab (Gaziantep) kaza idare heyetinde 2 Ermeni üye bulunurken, mal müdürlüğü ve mahkeme üyesi olarak da iki gayri Müslim olduğunu görüyoruz. Birinci Dünya Savaşına kadar yürüyen sistemin güzel bir örneği.

Bugün bu mozaiğin kırılmış olmasından, bizim değil batılı kışkırtıcıların mesul olduğunu anlamak için o müstesna düzenin bu topraklarda yaklaşık bin yıl gibi bir süre sorunsuz devam ettiğini hatırlamak kafidir.

Selçuklu ve Osmanlı’nın en önemli gücü, farklılıklarına rağmen herkese verdiği aidiyet hissinden kaynaklanıyordu. Bugün de genel olarak, resmiyette aynı havanın tesis edildiğini, şehrimizi oluşturan göç ve ticari trafiğin kamusal korunma altında olduğunu görüyoruz.

Şehir halkının farklı din ve ırklara gösterdiği müsamahayı, farklı nedenlerle farklı devirlerde bu şehre göç etmek zorunda kalanlardan da esirgemediğini görmek ayrı bir medeniyet alameti olarak tarihe yazılıyor.

Medeniyetlerin durağı, yolların kavşağı konumu ile Gaziantep, farklılıkların enfes bir mozaiğe dönüştürülmesini geçmişte gerçekleştirdiği gibi; bugün de, gelecekte de yaşatmaya devam edecektir.

Müzelerde sergilenen rengarenk taşların resmettiği güzellik, şehrin genel manzarasına yansımalıdır.

Unutmayalım; mozaikler tamamen harika taşlardan oluşmaz, kırık dökük, eğri büğrü, düzgün dürüst, büyük küçük, sert yumuşak, sağlam kırık, her çeşit ve durumdaki taş, kaliteli bir harçla birleştirilir ve güzel bir renk cümbüşü, güçlü bir zemin ya da bir duvar hatta tavan ortaya çıkar.