Konup göçme yurdu olan bu alemden, kurulduğu günden beri ne kadar kul göçtüğünü ancak alemlerin sahibi olan Allah (cc) bilir. Dünyanın ömrünün beş milyar yıl olduğu rivayet olunmaktadır. Beni Âdem diye tabir olunan biz insanların dünyadaki serüveni takriben yirmi bin yıl. İnsandan önce dünya cinlerin var oldukları Kur'an ayetleriyle ifade edilmektedir. Ama cinlerden önce başka varlıklar var mıydı? Bunu ancak yine “Mâlik’ul Mülk” olan Allah (cc) biliyor.

Kaldı ki, dünya da kainat/varlık içinde küçücük bir toz parçası bile değil. Çünkü Gözlenebilir Evren'de, Samanyolu veya Andromeda Galaksisi gibi "büyük" galaksilerden 225 milyar civarında, cüce galaksi olarak tanımlanan daha ufak galaksilerden ise 7 trilyon civarında bulunmaktadır. Eğer Evren'in erken dönemlerindeki sönük galaksileri de hesaba katacak olursanız, cüce galaksiler hariç galaksi sayısı 2 trilyonu aşabilir.

Gözlenebilir Evren'in çapının 93 milyar ışık yılı olduğunu biliyoruz. 1 ışık yılı, kabaca 9.5 trilyon kilometredir, dolayısıyla Gözlenebilir Evren'in bir ucuyla diğer ucu arasındaki mesafe 8.798×1023km8.798\times10^{23} km8.798×1023km kadardır! Yani Gözlenebilir Evren, yaklaşık olarak 880 sekstilyon kilometre, yani 880 trilyon kere milyar kilometre çapındadır.  (Çağrı Mert Bakırcı İnt. Sit.)

Tabi bu, kainatın gözlemlenebilen kısmı. Bir de bunun gözlemlenemeyen kısmı var ki, onu ancak Allah (cc) biliyor. Onu bilmeye insanoğlunun ne ömrü, ne bilgisi, ne de havsalası yeter. İşte böylesi bir varlık alemi içinde insanoğlu ancak yirmi bin yıldır var. Sadece şu an itibariyle dünyada sekiz milyar insan yaşamaktadır. Adem (as) babamızdan beri kaç milyar insan gelip geçmiş, onu yine Allah (cc) biliyor.

Madem ki bu aleme konan mutlaka bir gün göçecektir. Demek ki biz de bir gön göçeceğiz. “Her ümmetin (insanın, varlığın) bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler.” (A’raf 7/34) Ancak bu alemden göçüp giderken, her birimiz sadece amellerimizi yanımızda götüreceğiz. Resulullah (sav) şöyle buyurur: “Ölüyü (kabre kadar) üç şey takip eder: Çoluk-çocuğu, malı ve ameli. Bunlardan ikisi döner, biri onunla kalır. Çoluk-çocuğu ve malı döner, ameli (kendisiyle) kalır.” (Buhârî, Rikak 42; Müslim, Zühd 5. Ayrıca bk.Tirmizî, Zühd 46; Nesâî, Cenâiz 52.)

Bu fani alemde insanlar, değişik şekilde sınıflandırılırlar. Bir sınıflandırmaya göre insanlar üç kısımdır. Biz bu sınıfların hangisindeniz? İşte şimdi onun hesabını yapıp ona göre çalışalım.

  1. Dert olanlar,
  2. Dert yanalar,
  3. Der alanlar.

Konup göçenlerden bazıları, hiç iman etmeden şirk ve küfür üzere gidiyorlar. Bazılarına iman nasip oluyor ama amel konusunda mahrum olarak gidiyorlar. Bazıları ise imanın yanında yeterince salih amellerle göçüp gidiyorlar.

Bazılar cahil kalıp bazıları ise ilmin deryasına dalıyorlar. İlim deryasına dalanların her birisi, kendi kabiliyeti, gayreti veya nasibi kadar ilim alıyorlar. İlimle mücehhez olanlardan bazıları o ilmiyle amel ederek peygamberlere varis oluyor, Rabbanî davetçi alimler oluyorlar. Bazıları ise sıradan insanlar derecesinin de altında kalıyorlar. Biz bu konup göçen insanların hangi kısmından olmak isteriz. Kur'an'ın ifadesiyle: “İbret alın ey! Akıl sahipleri…” (Haşr 59/2)

Bu alimlerden bazıları, meyveli ağaç misali, yüzlerce talebeler yetiştiriyorlar, onların yetiştirdikleri de binler ve milyonlar şeklinde devam ediyor. Böylece kıyamete kadar katlanarak devam eden cari bir mükafata kavuşuyorlar. İşte merhum eş-Şeyh Mahmud Efendi, son asrımızda gördüğümüz bu mümbit, meyveli bahçeler misali, semere vererek Rabbine göçenlerden oldu. Allah (cc) mekânını Cennet, Makamını Âli eylesin. Kalanlarına, camiasına ve tüm ümmete sabrı cemil ihsan eylesin.

Not: Merhumun arkasından soysuz medyada yapılan dedikodulara alet olmayalım bu konuda şiarımız şu hadisi şerif olsun. “Ölülerinizi hayırla (iyilikleriyle-güzellikleriyle) anınız, kötülüklerinden el çekiniz (hatalarını-günahlarını konuşmayınız)." [Tirmizî, Sünen, Cenâiz, 1035] Subheneke... Bihamdike... Esteğfiruke...