Kimin ne dediğinin ne önemi var!

Benim hayatımı benden daha iyi kim tanımlar, kim tarif edebilir ki beni?

Herkes kendi şartlarının esiri, kendi kaderinin mukimi ve herkes kendi arzularının ma’şuku değil mi?

-Bu kadar hırsa boğulmak nedir, say ki; Tamam ettin tüm hülyalarını “nefes alabiliyor musun bunca yükün altında?”

İrice sözlerle söyledi birisi madem, o halde büyük harflerle yazmak gerekir; “TERK ETTİĞİN KADAR ÖZGÜRSÜN”

Sahip olduklarını kaybetmenin korkusu, olmayanların yokluğuna tahammül etmekten daha kolay olmasa gerek…

-İyi de bilader: Sevmeyelim mi biz de güzel olan ne var ise? İstemeyi haram mı kıldı bize yüce yaradan?

********

Aynen şu cümleler gözüme ilişti “Rütbe ve titr’ler buradan içeri giremez!”

Bir dostumun vefat eden babasına son görevimi ifa ve defin  için gittiğim mezarlığın içerisine girdiğim anda okuduğum yazı müthiş bir hakikatin ilk karesiydi. Bir filmin kısa fragmanıydı. Zira, sağlı sollu kabirlerde yatanlar filmin sonlarını teşkil ediyordu.O kadar masum ve yalnızlardı ki, şairin ifadesiyle  “sessiz geminin sessiz yolcuları idi” onlar.

 “Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan
Hiç yolcusu yokmuş gibi alır yol
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol”

********

Mevtaya telkine başlamadan önce, dirilere de telkin vermenin yerinde olacağını düşünmüş olmalı ki imam efendi ; “Sevgili cemaat, burada yatanlardan ibret alınız. Bir gün herkes buraya gelecek bunun kaçışı mümkün değil…” Diye uzayıp giden sözleri kiminin ruhuna tokat eşk etmiş gibi yankılanırken, kimi de içinden “Hoca ne uzattın be, bitir de gidelim” Diyordu muhtemelen.

Öyle ya iş, güç, dünyalık derdi, yüreklerde biriktirilen arzular vesaire vesaire…

Sessiz yurdun sessiz mu’kimleri sessizce ağlaşıyorlardı ama onları kimse duymuyor, kimse bilmiyordu ve hiç kimsenin haberi bile yoktu onlardan!

Oysa onların içinde öyleleri vardı ki; Yürürken dağları yerinden oynattıklarını düşünür, konuştuklarında sadece insanlar değil, hayvanat ve nebatat bile kendilerini dinliyor diye düşünürlerdi!

Rütbelerinin ağırlığından omuzları eğilir, sahip oldukları mülklerin  sayısını kendileri bile sayamazlardı..

“Ben olma/sam/saydım asla olmazdı” Diyenlerle dolu değil midir kabristanlar…

Bize gelince: Nefes alıp vermekteyiz, yaşıyoruz işte. Biz de severiz güzel olan her  ne var ise…

Hikaye bu kadar…