Rivayete göre evliyanın biri talebeleriyle beraber bir sohbetten dönerken, bir kabristanın yanından geçiyorlarmış.

Evliya olan zata kabristanı işaret ederek “Şimdi su kabirde yatanlar kalksa sizce neler yaparlar?” diye sormuş.

Talebelerden kimisi “Devamlı namaz kılarlardı” kimisi, “Devamlı oruç tutarlardı ” kimisi, “Devamlı iyilik yaparlardı, sadaka verirlerdi” demiş.

Evliya olan zata “Elbette hepinizin dediği doğru, şu anda o kabirdeki kimse dirilse namazlarını, oruçlarını ve diğer ibadetlerini daha hassas şekilde yapmaya gayret ederlerdi. Ancak şu anda burada yatanların hiçbirinin tekrar dirilme ve geri dönem imkanı yok. Fakat siz buradasınız ve kabirde değilsiniz. Dahası o kabre er yada geç girme ihtimaliniz de kesin. Buyurun elinizdeki imkanı değerlendirin.” demiş.

Bu hikâyeyi niye mi anlattım?

Hepimiz faniyiz ve her an ölebiliriz.

Mademki kabirlerdekiler bin pişman ve geri dönem imkânları olsaydı, hiç durmadan iyilik yapar ve asla kötülük yapmazlardı, bize ne oluyor.

Neden elimizde imkân varken kendimizi toparlamıyoruz.

Neden yanlışlarımızı düzeltmiyoruz!

Neden günahlarımızdan tövbe etmiyoruz!

Neden iyilik için gece gündüz koşuşturmuyoruz!

Başta nefsim olmak üzere, bence bu imkânı kaçırmamalıyız.

Kabre girmeden önce, o kabirde lazım olanlar için birikim yapmalıyız.

Öyle ya uzun bir yolculuğa çıkacağımıza göçe, hazırlık yapmalıyız.

Kimse yolda bize bir şey vermez.

Çünkü orada herkesin ihtiyacı var.

Oradaki ihtiyaçlarımız karşılamak için, burada çok çalışmalıyız.

Elimizde imkân varken.

Aksi yarın geç olabilir.