İnsan yaşadığı yerin insan profiline, ekonomik, sosyal, kültürel ve sınıfsal yapısına bakarak bir hayat yaşıyorsa ve başka yaşamlara tanıklık etmiyorsa bu yaşamlardan bihaberdir. Bir hayat hiçbir zaman bir insanla başlayıp bitmiyor. Hayat bir insanla başlar birçok insanla devam eder. İnsan sorumluluk sahibi olduğu sürece insandır. Yaşadığımız hayatın sınırlarının bizim dışımızdaki yaşamlara komşu olduğunda bir anlamının olduğuna inanmakla güzelleşeceğine  inanarak devam etmeli. İnsanın tüm çıplaklığı ve gerçekliğiyle tutsak olduğu yerler sözün bittiği yerlerdir.

Kelimelerin boğazda düğümlendiği daha doğrusu konuşmaya, teselli vermeye teskin etmeye cesaretin olmadığı; gözyaşlarının gözlerde damla damla biriktiği sonrasında nehir olup içine aktığı yerlerdir. Kendi yaşam tarzınla, kendi gündelik hayat akışınla kıyasladığında senin için önem arz etmeyen durumların, sözün bittiği yerlerde ne kadar da değerli olduğuna şahit olduğun yerlerdir.  Sen,  bozulmuş bir çamaşır makinasının tamiratıyla uğraşmak yerine yenisini alırken, yoksulluğun tavan yaptığı bu mahallelerin acı yüklü ailelerinin,  bozulmuş çamaşır makinasının tamirat parasını veremediğinden tamircide rehin kaldığına şahit olduğun yerlerdir.

Yada buzdolabı, bazılarının marka seçiminde zorlandıkları bazılarının ise  evinde değil markalı ikinci el buzdolabının bile olmadığını, yiyeceklerin anlık tüketildiğini yoksa bozulup çöpe atıldığının görüldüğü yelerdir. Senin araba garajının, hayvan barınağının onlardan  daha lüks olduğu evler görürsün. Kapısının olmadığı, tuvaletinin dışarıda olduğu, ihtiyacını gidermek için girip girmemekte tereddüt edeceğin evlerin olduğu yerlerdir. Evin içine girdiğinde o kesif ve insanın içini dışına getirecek kokuları hissettiğinde ve sana karşı evin halinden dolayı mahcubiyetinden yere bakan yüzleri gördüğünde biter sözler. Hikayesini dinlerken hala bu devirde böyle şeyler olur mu diye kendi içinden kızdığın, küfretmek istediğin patronların, evine akşam ekmek götürmek için  çalıştırdığı sigortasız babaların kafalarındaki bin bir sorunla çalıştırıldığı ve bu dalgınlıkla inşaat binasından düşüp öldüğünü duyduğunda ve eşinin ağzından o kurtuldu ben ne yapacağım cümlesini duyduğun anlardır.

Yaşamak hep bir düştür buralarda. Uzun koridorlarda, onlarca tek odalı mekanlarda ölmüş babalar, dul kalmış anneler ve her birinde üç beş yetim çocukla beraber kaldıklarını gördüğünde, çocukların üzerindeki uyumsuz kıyafetleri ve çıplak ayaklarını gördüğünde, o en büyük dağ gibi yaslanacakları her zaman onun varlığıyla, ismiyle güçlü olacaklarına ve eve  elinde poşetleri ile gelecek babalarını kaybettiklerini gördüğünde anlarsın sözün bittiğini. İhtiyaç sahipleri için gittiğin evlerde kapı önünde bekleyenler şu evinde ihtiyacı var, şunun da eşi öldü, şunun da kocası hasta dediklerinde sanki bütün sokağın, mahallenin yardıma ihtiyacı varmış gibi için yandığında anlarsın sözün bittiğini.

Tek göz odada açmış Kur’anını okurken gıpta ile baktığınız Mehmet amcanın 20 yaşındaki gencecik oğlunun uyuşturucu bağımlısı olduğunu, onu bu bataklık ortamlarından uzak tutmak için iş yapmayı bıraktığını ve gece gündüz oğlu için nöbet tuttuğuna  şahit olduğunuzda, nasıl olur da böyle nur yüzlü bir insanın evladının uyuşturucu bağımlısı olduğuna inanamayıp kendi evlatlarınızdan korktuğunuzda anlarsınız. Umudun tükenmişliğine o kadar alışkınlar ki her an, her saat olumsuz bir şeylerle karşılaşacakmış gibi hazır beklediklerini gördüğünde, kendisini idare edecek bir işi varken, birden bire işsiz kalan babaların yüzündeki mahcup  acı ifadeleri gördüğünde,  bizlerin yiyecek israfında dünyada üçüncü sırada olduğumuz bir zamanda oruçlarını açmak için hayırseverlerin günlük iftar yemekleri ile gidermeye çalışan Afrika’nın siyah inci çocuklarını gördüğünde, daha neler neler olacağını düşündüğünde  sözün bittiği yerdesin demektir.