<p>Sigaram bitmişti, param da yoktu. Bir önceki günden haberleştiğimiz Kızılderili kardeşimi arayıp, gelecek misin diye sordum. Geleceğim dedi. Çabuk gel dedim, param ve sigaram yok! Geldi, kardeşlik hasretiyle kucaklaştık. Sigara getirmişti. Çayımızı içip, sohbet ettik. Ki, insan hesapsız sevdiği kişilerin yanında “konuşmaktan” daha çok “bulunmaktan” hoşlanıyordu. Sevdiğimiz insanlar, gönül şarjımızı dolduranlardı ve bu da “çenebazlıkla” değil, içten gülen gözler ve sımsıkı sarılmalarla oluyordu.</p><p>Kızılderili kardeşimi uğurladım. Odama döndüm. Masamın üzerinde on kadar kitap vardı ve karmakarışıktı. Sigara ya da börek, hepsi vesile ve güzel bahanelerdi. Mutluydum ve dua ediyordum. Masamı düzenledim, koltuğuma yerleştim ve kitabın birini okumak için elime aldım. O da ne? Kitabın içinde para vardı!</p><p>Kazancakis usta, yazı –anlatım- için, sade ve süssüz anlatımı savunur. İşte bende tam buradaydım. Kardeşim, “param ve sigaram yok!” ifademden yola çıkarak gelmiş, bana sigara ve para getirmişti. Ancak parayı, “Sağ elinizin verdiğini, sol eliniz görmesin” hadisinde olduğu gibi ve beni de mahcup etmeden vermişti.</p><p>Parayı, masamda olan on kitaptan birine koymayı tercih etmişti. O kazanacağını kazanmıştı! Paranın benim elime hemen geçip geçmemesi ne onun ne benim dahlimde değildi. Değil mi ki, bizler, Gören, Gözeten ve Hesap tutan bir Allaha inanıyorduk. </p><p>Tam hatırlamamakla beraber daha sonra, bu kardeşime, şöyle bir mesaj yazdım: “Kızılderililer kadar güzelsin.” Çünkü Kızılderililer de hediyeyi dostlarının eline vermiyor, bulacağı yere bırakıyorlardı.</p><p>Bu manada, son zamanlarda onlarca kez anlattığım ve nasip olursa da yazacağım bir konu var: Şu bizim düğünlerimizin gösteriş budalalığı!</p><p>Şimdilik birkaç cümle ile iktifa edeyim. Hepimizin bildiği “Sağ elinizin verdiğini sol eliniz görmesin” hadisi, sanırsınız ki düğün-dernek için geçerli değil. Sağ elimizin verdiğini sol elimizin görmemesini bırakın, bizler, hediyemiz için çığırtkan tutup bağırtıyor, gelinin yakasına taktığımız küçük altınla tekrar tekrar fotoğraf çektirirken hiç ama hiç utanmıyoruz!</p><p>Gezi olayları sürecinde, eylemcilerin Bezm-i Âlem Valide Sultan Camisine girmeleri –sığınmaları- üzerine koparılan velveleden sonra da bir yazı yazmış, -sanırım- başlığını da “Hocalarımıza da helal olsun!” koymuştum. (Bir takım İslamcı arkadaşlarımıza kalsa, o eylemcileri, kör palalarla kesmemiz gerekiyordu ve hocalarımız da sus pus oturuyorlar, arkadaşlar sakin olun demiyorlardı.) Bu kadar açık ve aleni hatalarımızı hocalarımız neden tekrar tekrar yazmazlar? Namaz, oruç, hac… Amenna! Ancak ben hâlâ, “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyen Peygambere inanıyor, ferdi ibadetlerimizden önce içinde yaşadığımız topluma dönük sosyal ve ahlaki yönümüzün öne çıkması gerektiğine inanıyorum.</p><p>Yaşım elli. Bu yazdıklarıma fazladan bir anlam kazandırmaz. Ancak yıllardır gördüğüm, rahatsız olduğum ve bana öğretilen İslami bilgilerin içinde hiçbir şekilde yeri olmayan merhametsiz, sağlıksız ve gösteriş budalalığı olaylara dönük, üç-beş cümle kurmak istiyorum, haddimi aşmadan.</p><p>Hele bir de; şu sevmek ve aşk meselesi var ki, yaz yaz bitmez. İnsanoğlunun katıksız tek özgürlüğü iman etmek ve sevmek iken, benim görüşüm –şaka yapmıyorum- birçok insanın özgürlük ile kaypaklığı karıştırdığıdır. Özgür olmayan insanın da aşktan yana nasipsiz olacağını da söylemeden geçmeyeyim.</p><p>Gönlünde Kızılderili inceliği taşıyanlara, börek pişirenlere, kitap okuyanlara, sevdiğini şımartanlara, kelebekleri sevenlere ve özgür olanlara selam olsun. </p>