İnsan iki ana unsurdan yaratılmıştır.

Bir madde, yani fizik, yani beden, diğeri ise mânâ yani metafizik yani ruhtur. Peki, bu iki unsurdan hangisi daha önemlidir diye değerlendirecek olursak, mana maddeden çok önce gelir. Diyebiliriz ki, insanı insan yapan tüm değerler mana kaynaklıdır. Akıl, İzan, Zekâ, İman vicdan, merhamet, diğergamlık, saygı, sevgi, ahlak, fazilet, izzet, haysiyet, tevazu, ihlas, ihsan kısaca tüm manevi değerler ruh bünyemizden gelir. Tabi bunların tam karşıtı olan kötü duygular da yine ruh kökenlidir.

Bedenimize gelince, ruhumuzun zarfı olmak üzere yaratılan bir nevi ambalaj malzemesi… Ya da bir nevi kaporta gibi… Nereden bakarsak bakalım, asıl insanı insan yapan unsur manadır. İnsanın varlığında maddenin payı yüzde 10 ise, mananın ki yüzde 90’dır. Kur'an ve Sünneti incelediğimiz zaman bu gerçeğe dikkatimizi çeken birçok naslar buluruz. Tin Suresi, bu konudaki birçok delilden sadece bir tanesidir.

Allah (cc) şöyle buyurur: “İncire, zeytine, Sina dağına Ve şu emîn beldeye yemin ederim ki; Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra da çevirdik aşağıların aşağısına attık. Fakat iman edip sâlih amel işleyenler için eksilmeyen devamlı bir ecir vardır. Artık bundan sonra, ceza günü konusunda seni kim yalanlayabilir? Allah, hüküm verenlerin en üstünü değil midir?” (Tin Suresi)

Allah (cc) insanı en güzel ve en mükemmel bir sûrette yaratmıştır. Âyette geçen “takvim” kelimesi; eğriyi doğrultmak, kıvama ve nizama koymak, kıymet biçmek, değerli kılmak gibi mânalara gelir. “Ahsen-i takvim” terkibi ise, en mükemmel bir biçimde biçimlendirmek, en güzel bir sûrette yaratmak demektir. Bu ise maddî manevî her türlü güzelliği ihtiva eder. Bu süreç, insanın anne rahminde safhalardan geçip yaratılışı tamamlandıktan sonra dünyaya gelişini takiben belinin doğrulmasına, biçiminin güzelleşmesine, kuvvet ve melekelerinin gelişmesine kadar, oradan da akıl, irfan ve ahlâkıyla manevî güzelliğe ermesine kadar sürüp gider.

Demek ki, insanın en güzel şekilde yaratılmasının bir maddi yönü bir de mânevî yönü bulunmaktadır. Onun fiziki yapısının düzgün, uyumlu ve güzel olması mes’elenin maddi yönünü oluşturur. İşin mânevî yönüne gelince insanın bedenen düzgün olması, onun dış düzgünlükten iç düzgünlüğe yönelmesi, ruhaniyet basamaklarını tırmanarak onu bu güzellikte yaratan Rabbiyle irtibat kurması, ona iman edip salih amellerle ona gereği gibi kul olmasıdır. Yani güzellik madde ve manayla iki yönlüdür.

İnsanın “aşağıların aşağısına çevrilmesi”nde, bebeklik, çocukluk, gençlik dönemlerinden geçip olgunluğa, en güçlü ve kuvvetli dönemine eriştikten sonra yavaş yavaş gücünün ve kuvvetinin azalması, bedeninde hastalık ve zaafiyetlerin oluşması, azalarının çalışamaz hale gelmesi, iyice ihtiyarlayıp erzel-i ömre düşmesi mânası da vardır. Öyle güçsüz bir duruma düşer ki hayat çekilmez olur. Bu aşağıların aşağısına düşmenin fiziki, maddi yönüdür. Ama bir de işin manevi açıdan alçalıp “esfeli sâfilîn” derekesine düşmesi vardır ki, işte asıl işin püf noktası da burasıdır.

Sonuç olarak güzelliğin iki yönü gibi kötü olmanın da iki yönü vardır. Ama bu ikisinin dengesi yarı yarıya gibi anlaşılmamalıdır. Çünkü yukarıda bahsettiğimiz gibi işin mana yönü, maddi olanından çok çok önde ve üsttedir. İşte bizi biz yapan ve diğer fikir, düşünce ve ideolojilerden veya “din” diye ifade edilen görüşlerden ayıran şey de asıl budur. İslam, insanı insan yapan mana medeniyetinin adıdır. İman ve İslam olmadığı zaman, insanın insan olarak devam etme şansı olamaz.

Bunun en bariz örneği “Devr’i Saadet” yani Resûlullah (sav) ve ashabının yaşadığı dönme ve öncesidir. Resûlullah'ın (sav) biseti öncesi insanlık ne haldeydi? Bunu en basit bir siyer veya tarih kitabından okuyarak görebiliriz. Yani İslam yok iken insanlık insanlıktan çıkmış her türlü günahın kirine bulaştığı gibi, zulüm ve zorbalığın da dibine vurmuş “eşkıya” olmuş idi. Ama İslam gelince insanlık yeniden insanı insan yapan değerlerle yücelerek “evliya” oldu. İşte doğuyla batının, daha açık ifadeyle İslam ümmetiyle batı kültürünün farkı da buradan gelmektedir.

Şimdi eğer insanlık yeniden insani değerleri kaybederek eşkıyalığa doğru alçalmaya başlamışsa, bunun sebebi, insanlığın İslam’dan uzaklaşmasıdır. Eğer aşağıların aşağısına yuvarlanmaktan korunmak istiyorsak, yeniden gendi değerlerimize, yani İslam’a dönmek zorundayız. Sadece İslam âlemi de değil, tüm insanlığın bu gün buna çok acil ihtiyacı varıdır. Ramazan ayı, bizi biz yapan değerlerimizle buluşup “Ahseni Takvîm” sırrına mazhar olmakta iyi bir fırsattır. Subhaneke... Bi-hamdike... Esteğfiruke...