“Cemaat olmak fitnedir” diyerek ayrılık ve dağınıklığa davet edenlerin önemli bir bahaneleri de şu an piyasada var olan; cemaat, cemiyet, tarikat vs. oluşumlardır. Birkaç istisna dışında bunlar birbirlerini öyle ötekileştirmiştir ki, adeta kendisinden başka Müslüman yok. Tek doğru var, o da kendisinin düşündüğü, söylediği ve yaptığıdır. Kendisi gibi düşünmeyen, kendisinin dediğini söylemeyen, kendisinin yaptığını yapmayan, mutlak olarak yanlıştır.

Tabi bazıları bu yanlışlığı tekfir derecesine taşırlar ki, felaket… İşte deaş, işid, kaide vb. yapıların ibadet aşkıyla Müslümanların öldürmelerinin altında yatan en etkin sebep budur. Geri kalanların büyük bir kısmıysa vahdetin, birliğin, beraberliğin, yardımlaşma ve dayanışmanın kapısını çoktan kapamıştır.

Tabi bu dağınıklık, büyük bir zafiyet sebebidir. Şu an ümmetin içinde bulunduğu perişan hali, tam da bundandır. Bu durum, cemaat olmaya karşı olanların suçlarını bastırıp üstüne üstlük karşı tarafı suçlamaları için bulunmaz bir fırsat olmaktadır.

Ancak üzülerek görüyoruz ki, piyasaya baktığımız zaman o kadar çok kötü cemaat örnekleri var ki… Sadece işin ehli olmayan idareciler ve sorumluluk makamında olanlar değil. Ufuk, ideal, hedef, gaye yol. Neredeyse hiçbir konuda yeterlilik de yok.

Bunlardan niceleri, yönettikleri cemaat ve tarikatları, aile şirketine dönüştürmüştür. Kimileri de siyaset vb. alanlarda atlama tahtası veya basamak olarak kullanmaktadırlar. Buna daha nice eksiler eklemek mümkündür.

Var olan grup, cemaat ve tarikatların önemli bir eksileri, şura prensibini işletmemeleridir. Bu prensibe göre, bir cemaatin idarecileri, seçimle iş başına gelir. Sonra belli periyodlarla bu seçimler tekrarlanıp işin ehli olanlar, sorumluluk makamına gelirler. İşin ehli olamayan idareciler, daha uygu olanlarıyla değişir. Böylece her gün biraz daha iyiye doğur gitmek mümkün olur.

Ancak şu an bizdeki uygulamaya baktığımız zaman, durum tam tersidir. Sorumluluk makamına gelen, ölünceye veya ölü sayılacak duruma gelinceye kadar, koltuğuna yapışır ve asla daha ehil olana görevi devretmeyi düşünmez. Hoş, kendisine göre en ehil olan zaten kendisidir. İşte şura prensibi, bu mahzuru ortadan kaldırmada, önemli bir işlev görecektir.

Kuşbakışı kendi ülkemize, hatta İslam âlemine bakınız. Bu şekilde olmayan kaç İslami cemaat, cemiyet, tarikat veya kuruluş var. Hemen hepsinde bu dediğimiz mahzurlar var. Buna bir de yöneticinin kaprisi eklenince iş içinden çıkılmaz oluyor. Böylesi idarecilerin genel olarak tavırları: “az olsun benim olsun” “birlik beraberlik ümmeti güçlendirecek ama beni küçültecekse olmasın” veya “İslam ordusunda bir nefer olmaktansa, kendi bölüğümün komutanı olayım” şeklindedir.

Hoş hiç kimse bu yanlışlık ve çirkinliği ayan beyan olan sözleri diliyle elbette ifade etmez. Ancak tavır bu tavır olduktan sonra, ne fark eder ki. İşte İslam âlemi, işte Türkiye ve işte İslami oluşumlar.

Bölük pörçük yüzler hatta binlerce grup, cemiyet, tarikat vs. Bunun sebebi ne? Bunlar Kur'an ve Sünnetin birlik ve beraberliği emreden naslarını bilmezler mi. Bu ayrılık gayrılıkla haram işlediklerinin farkında değiller mi? İslam diyarında yaşanan bunca işgal, katliam, sömürü ve talanların sebebi dağınıklığımız değil mi? Ve bu dağınıklığın asıl sebebi, abiler, hocalar, şeyhler ve liderler değil mi?

Evet, manzara bu kadar iç karartıcı maalesef. Ancak su-i misal delil olmaz ki. Piyasada böylesine yanlış yapan idareci ve sorumlular var diye, cemaat olma farzı üzerimizden kalkmaz. Kur'an'ı Kerim’de cemaat olmayı, birlik beraberlik içinde çalışmayı emreden ayetler, nesholmadı. Hakeza Resulullah (sas) ın bu manadaki emirleri de teru taze hadis kitaplarımızda duruyor. Dolayısıyla cemaat olmak farz olduğu gibi, diğer yandan bir ve beraber olmak için çaba sarf etmek de farzdır. Bunun için çalışmayan günahkârdır. Bunun aksine davranmak haramdır. Selam… Dua…